KÜZEY KIBRIS
05.12.2014 : Pegasus'tan, tam 9 ay önce aldığımız 70 tl lik
Dalaman – İstanbul, İstanbul – Ercan biletlerimizle iniyoruz Lefkoşa’ye.Bu
gezimizde Özay ve Eşi Emine’de Bizimle birlikte. Saat Sabahın 7 si olmasına rağmen, uçakta
açar açmaz çalıyor telefonum, günlüğünü 60tl ye kiraladığımız Hundai i20’yi
teslim etmek için sabırsızlanıyor anlaşılan Ayaz Rent A Car çalışanı. 3 Günlük
bu gezimiz için sadece el bagajlarımız var. Bunun için beklemeden hemen
buluşuyoruz aracımızla, Aracımız 2013 model ve gayet temiz. Ayaz da gayet
profesyonel, Havalimanının otoparkında dolduruyoruz formu, altına imzayı çakıp
bir nüshasını da cüzdanımıza yerleştirdik mi görev tamamdır. Trafik hakkında
bilgilendiriliyoruz. Soldan akması korkutmuyor değil. Ama sadece sorun bu
değil, Tüm döner ve kavşaklarda kameralı kontrol sistemi kurmuşlar ama
levhalarla bilgilendirmişler, 100 – 200 mt önceden uyarı levhaları koymuşlar bu
levhaları görmemek mümkün değil en az 3 tane, aralıklarla sizi uyarıyor.
Genelde 65km hıza, bazense 50km hıza düşmenizi istiyor sizden, hızınızı
düşürmediyseniz, otomatik kamerayla fotoğrafınızı çekip adresinize cezayı
yolluyorlar, bizim gibi turistseniz bir sonraki Kıbrıs girişinizde gümrükte
tahsil ediyorlar. Kiralık araçların doldurulan formları ruhsat yerine
geçiyormuş fakat biz tüm Kıbrıs’ı dolaşmamıza rağmen, hiç polise denk
gelmediğimizden, bu garip ruhsatımızı gösteremedik polise. Araçlar Kaskolu
olmasına rağmen 500 euro’ya kadar tüm masraflar size ait, üstünü kasko
karşılıyor. Kıbrıs’ta yollarda bir diğer fark ise Dönerlerde (Kıbrıs’ta
dönerler, Çember Olarak Adlandırılıyor) Işıklar yerine Sağdan gelene yol ver
mantığıyla düzen sağlanıyor. Bu kurala herkes uyuyor ve gayet başarılı.
Aracımızın deposu boş alınıp boş teslim edildiği için ilk
benzinlikte fullüyoruz depoyu, boş deponun 130 tl ye doldurulduğu günleri
ülkemizde de görmek dilekleriyle, 1 saate yakın bir sürede varıyoruz
Gazimağusa’ya. Şehir merkezinde ki Kale içine girer girmez park ediyoruz
aracımızı, Park yerlerinden, ne
belediyenin, ne de Otopark mafyasının Ücret talep etmemesi şaşırmıyor değiliz,
bu da alışık olmadığımız bir durum. Hemen oracıkta kahvaltımızı yapıp dalıyoruz
ara sokaklara, dar sokaklar gayet şirin ve sıcak. Tüm sokaklar bir şekilde
Şehrin de Simgesi Mustafa Lala Paşa Camii’ne çıkıyor.
Bizde bu görkemli gotik
mimariye sahip tek camiyi resimlemeden geçemiyoruz. Kiliseyi camiye döndürme
işlemi gayet başarılı olsa da, Gotik Camii epey garip geliyor. İçerisini
dolaşırken bayanlara başörtüsü veriliyor. İçerisi de görülmeye değer. Hemen
karşısında Namık Kemal zindanı var, İçerisine girmeye gerek yok bence ama Giriş
ücreti de zaten çok abartılı değil. Tüm Kıbrıs’ta Müze girişleri standart 3,5
tl. Mağusa’da tüm tarihi binalar Lala Paşa Çevresinde, yürüyerek 1 saatte
hepsini gezebilirsiniz, zamanınız çoksa, ara sokaklara dalıp yarım gününüzü de
geçirebilirsiniz. Aralık ayına girmemize rağmen havalar gayet iyi ve tüm turistlik
dükkanlar açık. Bura da yaz epey uzun sürüyor, zaten turizm de 12 aya yayılmış
durumda.
Mustafa Lala Paşa Camii |
Lala paşa caminin sol tarafından sokaktan ilerlediğinizde
ise surları görüyorsunuz. Surların üzerinden Hem Limanı hem de Camiyi yukarıdan
görme şansınız oluyor. Yol üzerinde ki Dükkanlardan içki almak için çok acele
etmeyin, bizim gibi ilk dükkanda ucuz diye balıklama atlamayın. Çok daha
ucuzları karşınıza çıkacak unutmayın. Biz o kadar aceleci davranmışız ki,
sadece pahalılık değil, şişenin birini gezerken kırmışım bile, Ama neyse ki
poşette delik yok. Su şişelerine doldurup yolumuza devam ediyoruz. Akşam da
afiyetle içiyoruz.
Gazimağusa’dan sonraki hedef Dipkarpaz. Burası adanın
Türkiye’ye uzanan en uç noktası, Yolumuz biraz uzun. İstanbul aktarmalı
geldiğimiz ve İstanbul’da 6 saat beklediğimiz için epey yorgun ve uykusuzuz.
Kızlar bu yorgunluğa çok dayanamayıp çoktan uyudular, bense Özay’a yardımcı
olmak adına uyumamak ta direniyorum ama sanırım bir ara dalmışım. Özay 1 saat
kadar gittikten sonra direksiyonu bana bırakıp o da uykuya dalıyor. Bu 2.
Deneyimim olacak ilk aracı havaalanından çıkarmış ilk benzinlikte Özay’a
bırakmıştım. Şehir içinde kullanamamıştım. Neyse bu yollar dar olsa da sakin.
Bir sorun olmuyor. Dipkarpaz’a gelince duruyorum hem Wc
için, hem de Rum
Kahvehanesinde Kahve içmek için. Kızlar çay diye tutturunca sadece ben kahve
söylüyorum çünkü burada çay satılmıyor. Yaşlı sahibinin sadece duvardaki resmi
var ve çalışan sadece bir bayan. Benden başka da hiç müşteri yok. Sanırım yol
üzeri olduğundan, geçen turistlere hitap ediyor, köyde Rum nüfusu çok azalmış kahveye gelecek Rum kalmamış
anlaşılan. Ama karşı Türk Kahvelerinde bir yoğunluk var. Kahvemi içtikte sonra
karşıya Türk Kahvehanesine geçip kızların çayına eşlik edip yolumuza devam
ediyoruz.
Dipkarpaz’dan sonra yolda plajlar karşımıza çıkıyor. Mevsim yüzmeye elvermediğinden sadece kumsalda yürüyerek kendimizi tatmin ediyoruz. Plajlar yakınında birkaç işletme olsa da, çok fazla yerleşim merkezi olmadığından buraların yazın da, çok sakın olduğunu düşünüyorum. Bungolow tarzı oteller de mevcut ama hepsi kapalı, yazın sona erdiğini ancak Kıbrıs’ta bu işletmelerden anlayabiliyoruz. Birkaç Turist otobüsü karşımızdan geliyor ama onlarında hedefi plajlardan çok Tarihi manastır ve kiliseler. Biz gidişte tarihi binaları pas geçip direk en uç noktaya ulaşıyoruz. Arabayla sonuna kadar gidebiliyorsunuz, yazında böylemi bilemiyorum. Manastırdan sonra yol toprak ve biraz bozuk, ama ilerlemenize engel değil. Kiralık arabayla olmasa kendi aracımla yine giderdim bu kadarını söyleyeyim. Uç noktada bir tepe üzerinde dev Türk ve Kıbrıs bayrağı yan yana asılmış, tüm Kıbrıs'ta 2 bayrak hep yan yana zaten. Atatürk heykeline de çok rastlıyoruz. Asıl bu beni şaşırtıyor. Ülkemizde bile insanları Atatürk’ten soğutma çalışmaları varken Kıbrıslıların sahip çıkması hoşumuza gidiyor. Tepenin arkasında bir bina ve önünce WC, Terk edilmiş şekilde duruyor. Burunun sonunda iki de adacık var bunlar da Zafer adaları olarak adlandırılmış.
Bizim gibi buruna gelen bir kiralık araç daha var. Burada kiralık araçların
hepsinin, plakası kırmızı olduğundan kolaylıkla anlıyorsunuz. Ayrıca Sarı,
Siyah ve Beyaz Plakalar da var. Zafer burnunda çok vakit harcayacak bir şey
olmadığından aynı yoldan
geri Manastıra dönüyoruz. Manastır tadilat halinde epey hırpalanmış. Çevresini güvenlik çemberine alıp kapatmışlar ama hala avlusunda ki eşekler duruyor. Sanırım onlara bir şey olmayacağını düşünmüşler, ya da insan hayatı bir adım öne çıkmış, eşek eşekliğini yapıp kendi güvensiz alana da girmiş olabilir, şimdi oradakileri zan altında bırakmayayım. Ada eşekleri Karpaz bölgesinde, koruma altında çünkü, rahatları gayet iyi, epey de çoğalmışlar yolda birçoğu bize selam veriyor. Karpaz’ın da simgesi haline gelmişler, Manastır çevresinde ki hediyelik eşya dükkânların da birçok hediyelik eşya yapılmış eşek şeklinde. Manastır da görülecek çok bir şey kalmamış tadilat yüzünden, umarım bitince eski ihtişamına döner. Manastırdan sonra yolda başka bir Rum kilisesi için daha
duruyoruz. Bu kilise yolun içinde, yol kilise sebebiyle dışarı alınmış, deniz ile yol arasında sıkışmış, ilgimizi çekiyor. Sonra da başka mola vermiyoruz. Dipkarpaz – Girne yolu çok sakin düzgün bir yol. Deniz kenarından kıvrıla kıvrıla gidiyorsunuz. Terk edilmiş Rum köyleri, kiliseleri görüyorsunuz çoğu harabeye dönmüş, yeni yapılmış villalarda gözünüze çarpıyor. Kıbrıslılar genelde Çift katlı evlerde yaşıyor apartman daireleri görmüyorsunuz çok fazla ama bir şeyi merak ediyorum. O kadar çok villa var k,i buralarda kim, ne zaman, neden yaşıyor sorusunu da merak etmeden geçemiyorum. Girne’ye vardığımızda akşam oluyor. Ayarladığımız otel çalışanıyla Colony Otel’in önünde buluşacağız
ama bir türlü
buluşamıyoruz. Yarım saat bekletiyor bizi, Otelimize kendimiz de gidemiyoruz.
Cyprus Dorm’s oteli bilen’de çıkmıyor.
Zaten Kıbrıslı’yla karşılaşmak ta zor, Çok fazla yabancı var. Neredeyse her
milletten insan var. Afrika kökenliler ve Uzakdoğulular ilk göze çarpanlar.
Hint ve Pakistan asıllar bile mevcut bu küçücük adada, Türk nüfusu artık
yabancıdan saymıyorum bile çoğu yıllar öncesinden geldiğinden adalı olmuş.
Rum Kahvehanesi |
Dipkarpaz’dan sonra yolda plajlar karşımıza çıkıyor. Mevsim yüzmeye elvermediğinden sadece kumsalda yürüyerek kendimizi tatmin ediyoruz. Plajlar yakınında birkaç işletme olsa da, çok fazla yerleşim merkezi olmadığından buraların yazın da, çok sakın olduğunu düşünüyorum. Bungolow tarzı oteller de mevcut ama hepsi kapalı, yazın sona erdiğini ancak Kıbrıs’ta bu işletmelerden anlayabiliyoruz. Birkaç Turist otobüsü karşımızdan geliyor ama onlarında hedefi plajlardan çok Tarihi manastır ve kiliseler. Biz gidişte tarihi binaları pas geçip direk en uç noktaya ulaşıyoruz. Arabayla sonuna kadar gidebiliyorsunuz, yazında böylemi bilemiyorum. Manastırdan sonra yol toprak ve biraz bozuk, ama ilerlemenize engel değil. Kiralık arabayla olmasa kendi aracımla yine giderdim bu kadarını söyleyeyim. Uç noktada bir tepe üzerinde dev Türk ve Kıbrıs bayrağı yan yana asılmış, tüm Kıbrıs'ta 2 bayrak hep yan yana zaten. Atatürk heykeline de çok rastlıyoruz. Asıl bu beni şaşırtıyor. Ülkemizde bile insanları Atatürk’ten soğutma çalışmaları varken Kıbrıslıların sahip çıkması hoşumuza gidiyor. Tepenin arkasında bir bina ve önünce WC, Terk edilmiş şekilde duruyor. Burunun sonunda iki de adacık var bunlar da Zafer adaları olarak adlandırılmış.
Zafer Burnu |
geri Manastıra dönüyoruz. Manastır tadilat halinde epey hırpalanmış. Çevresini güvenlik çemberine alıp kapatmışlar ama hala avlusunda ki eşekler duruyor. Sanırım onlara bir şey olmayacağını düşünmüşler, ya da insan hayatı bir adım öne çıkmış, eşek eşekliğini yapıp kendi güvensiz alana da girmiş olabilir, şimdi oradakileri zan altında bırakmayayım. Ada eşekleri Karpaz bölgesinde, koruma altında çünkü, rahatları gayet iyi, epey de çoğalmışlar yolda birçoğu bize selam veriyor. Karpaz’ın da simgesi haline gelmişler, Manastır çevresinde ki hediyelik eşya dükkânların da birçok hediyelik eşya yapılmış eşek şeklinde. Manastır da görülecek çok bir şey kalmamış tadilat yüzünden, umarım bitince eski ihtişamına döner. Manastırdan sonra yolda başka bir Rum kilisesi için daha
duruyoruz. Bu kilise yolun içinde, yol kilise sebebiyle dışarı alınmış, deniz ile yol arasında sıkışmış, ilgimizi çekiyor. Sonra da başka mola vermiyoruz. Dipkarpaz – Girne yolu çok sakin düzgün bir yol. Deniz kenarından kıvrıla kıvrıla gidiyorsunuz. Terk edilmiş Rum köyleri, kiliseleri görüyorsunuz çoğu harabeye dönmüş, yeni yapılmış villalarda gözünüze çarpıyor. Kıbrıslılar genelde Çift katlı evlerde yaşıyor apartman daireleri görmüyorsunuz çok fazla ama bir şeyi merak ediyorum. O kadar çok villa var k,i buralarda kim, ne zaman, neden yaşıyor sorusunu da merak etmeden geçemiyorum. Girne’ye vardığımızda akşam oluyor. Ayarladığımız otel çalışanıyla Colony Otel’in önünde buluşacağız
Girne |
Otelimizi internetten ayarlamıştım. Küçük, sevimli, temiz
(resepsiyon hariç) bir yer. 2 kişi için gecelik 30 euro veriyoruz. Çokta memnun
kalıyoruz. Otele yerleştikten sonra hemen karnımızı doyurmaya koyuluyoruz.
Otelimizin tavsiyesi üzerine Otele de çok yakın olan kebapçıya gidiyoruz. Benim
Tercihim Adanın ünlü şeftali kebabını tatmak. Şeftali kebabının, adıyla tadının
pek alakası yok. Ben çok beğeniyorum. Ama herkes benle aynı fikirde değil.
Diğerleri başka kebaplar veya lahmacun deniyor. Fiyatlar da yemekler de çok
güzel. 4 kişi 74 tl hesap ödemenin mutluluğuyla odalarımıza çekilip erkenden
yatıyoruz.
06.12.2014 : Sabah çok erken kalkmışım, yatakta biraz
debelensem de sonuç vermiyor. Duş alıyorum sonra televizyonu kurcalıyorum ama
yinede saat çok erken Özay’ı kaldırmaya karar veriyorum. Bir gün öncenin
yorgunluğu yüzünden, gece o kadar erken yattık ki, gecenin bir yarısı uykumu
alarak uyanmışım. Özay da kalkınca aşağıya iniyoruz. Gece sanki çok ara sokaklarda
bir yerlerde kalıyormuşuz gibi gelmişti ama şehrim tam kalbinde kalıyormuşuz
aslında, limanın hemen arkasında, Girne kalesinin yan tarafında, hatta otelin
kapısının karşısında eski bir kilisemiz bile var çok zarar görmüş yıkık dökük
halde ama bulunduğumuz sokaklar tarih kokuyor. Ara sokaktan az ilerlemiştik ki
Limanı görüyoruz. Dar sokaktan kısa bir iniş yolu varmış limana onu
keşfediyoruz. Yukardan biraz limanı seyrediyoruz. Saat 7 oluyor ama hala
sokaklar da tek kişi bile yok. O kadar sakin ve güzel ki güzelliğe takılı
kalıyoruz bir süre. Sonra kızları da alıp keşfettiğimiz yoldan limana iniyoruz.
Limanda dolaştıktan sonra Simit Dünyasında bir kahvaltı yapıp, Kaleye
giriyoruz. Girne kalesi birçok uygarlığa ev sahipliği yapmasına rağmen
neredeyse hiç bozulmamış. İçersi çok büyük müzeleri ve surlarıyla yarım gün
geçirilmesi gereken bir yer. Fakat bizim o kadar zamanımız yok. Hızlandırılmış
bir tur yapıyoruz. İçerisinde ünlü batığın bulunduğu müzeden çok, zindanlar
ilgimizi çekiyor. Özellikle hikâyeleriyle ve canlandırmalarıyla aklımızda kalan
zindanlar oluyor.
Bellapais |
Bellapais |
Bellapais |
Sonraki durak Hilarion kalesiyken biz aniden fikir
değiştirip beşparmak dağlarında adı geçen Tank’a gitmeye karar veriyoruz. Plana
uymayarak büyük hata yapıyoruz. Bunu anlamak için 1 gün geçmesi gerekecek,
çünkü boşuna zaman harcıyoruz. Tank’a Karşıyaka köyünden dar bir yolla
gidiliyor, yolun çoğu yerinde 2 araç geçemiyor. Yollar, asfalt olmasına karşın
uçurum ve virajlı ama her şeye rağmen çok eğlenceli. Tank’a vardığımızda yol
kenarında ilk paletlerini görüyorsunuz. Yolun hemen altında da kendisini,
Kıbrıs savaşında kahramanlıklarını duyduğumuz bu tankın, aslında bize anlatılandan
çok daha farklı bir hikâyesinin olduğunu öğreniyoruz. 1974 Kıbrıs harekâtında,
2 Türk tankı Lapta muhaberesinde, Hilarion bölgesinden bu dar yolu kullanarak
gelirken, öndeki tank mayına basar ve etkisiz hale gelir, arkadaki tankta
yoluna devam etmek için, öndeki tankı yoldan
aşağı iter ve yoluna devam eder. Aslında burada bize anlatıldığı gibi bir kahramanlık hikâyesinin olmadığını, tankın başındaki bilgilerden okuyoruz. Ama yine de hikâyenin gerçeğini yerinde öğrenmek bizi mutlu ediyor.
aşağı iter ve yoluna devam eder. Aslında burada bize anlatıldığı gibi bir kahramanlık hikâyesinin olmadığını, tankın başındaki bilgilerden okuyoruz. Ama yine de hikâyenin gerçeğini yerinde öğrenmek bizi mutlu ediyor.
Buradan sonra yine bol Hikâyelerin Anlatıldığı başka bir
mekân olan, Mavi Köşk’e gidiyoruz. Burası askeri bölgede olduğundan, girişte
kaydınız alınıp, kimlik veriliyor. Askeri personel ve öğrenciye indirimli,
zaten ücreti de 3 tl civarı, sadece nakit kabul etmiyorlar, sadece kredi
kartıyla ödeme
yapabiliyorsunuz. Kapıda bir süre bekledikten sonra, sizi rehber
eşliğinde gurup halinde, Köşkü gezdiriyorlar. Rehberimiz asker, ve köşkü
yalamış yutmuş gerçekten çocuk. Tüm sorularınıza rahatlıkla cevap
alabiliyorsunuz. İtalyan
asıllı Rum, Avukat Paulo Paolides tarafından 1957 yılında yaptırılmış. Silah
kaçakçısı olduğu söylense de resmini görünce insanın inanası gelmiyor,
gangsterden çok holliywood film yıldızlarına benziyor :) Köşk dışarıdan küçük gözükse de,
içi gez gez bitmiyor. Değişik hikâyelerin ve garip eşyaların anlatıldığı bu
köşk gezmeye değer.
Mavi Köşk |
Köşk
çıkışı bu kez Köy ziyareti yapıyoruz, Listemizde ki köy Koruçam Köyü, Bu köy
Maruni halkından oluşuyor. Şuan sürekli olarak 150 civarı kişi yaşamasına
rağmen köy merkezi epey kalabalık. Köy merkezindeki kilisenin hemen
karşısındaki kahvehaneye oturup birer kahve söylüyoruz. Yan masamızda yaşlı
amcalarla muhabbete başlıyoruz. Türkçeleri yetersiz olmasına rağmen, birçok
sorumuza cevap alabiliyoruz. Maruniler, Lübnan ve Suriye bölgesinden göç etmiş
Katolik Hiristiyan halk. Arapca, Rumca ve Türkçe karışımı bir dil
kullanıyorlar. 1974 sonrası birçoğu Rum tarafına göç etmiş, bir kısmı ilk göç
edip sonra geri dönmüş, bir kısmı da Rum tarafında yaşadığı halde sık sık gidip
geliyormuş. Noel öncesi olması nedeniyle, hafta sonu olmasının da etkisiyle,
Rum tarafında ki bir çok
Maruni
Köydeymiş Şuan. Halk çok sıcakkanlı sevecen geliyor, çok seviyoruz bu yaşlı
amcaları, Savaşta herhangi bir taraf tutmamışlar. Rumlar ve Türkler arasında
geçti biz yaşamımıza devam ettik diyorlar. Bu bölge Kıbrıs’ın en yağış alan
bölgesi olduğundan
halk tarımla uğraşıyor. Hayvancılıkta uğraşım oranı da epey yüksek. Burada da halk, tüm Kıbrıs’ta olduğu gibi maddi durumu epey iyi ve gayet mutlular, biz burayı çok seviyoruz, istemeyerek ayrılıyoruz. Kahve de insanların Euro ile hesap ödediğini görüyoruz. Bizde euro da yok Türk parası alırlar mı diye düşünmeye bile fırsat kalmadan hesabımızın bir amca tarafından ödendiğini öğreniyoruz. Karşıdaki
Kiliseyi de resimledikten sonra Güzelyurt’a doğru yola çıkıyoruz. Aslında Güzelyurt Listemizde yok. Sadece Orasını da görmeden gelmeyelim Kıbrıs’tan, mantığıyla gidiyoruz. Zaten vardığımızda da akşam oluyor. Araçtan hiç inmeden Geldiğimiz yoldan Girne’ye Geri dönüyoruz.
halk tarımla uğraşıyor. Hayvancılıkta uğraşım oranı da epey yüksek. Burada da halk, tüm Kıbrıs’ta olduğu gibi maddi durumu epey iyi ve gayet mutlular, biz burayı çok seviyoruz, istemeyerek ayrılıyoruz. Kahve de insanların Euro ile hesap ödediğini görüyoruz. Bizde euro da yok Türk parası alırlar mı diye düşünmeye bile fırsat kalmadan hesabımızın bir amca tarafından ödendiğini öğreniyoruz. Karşıdaki
Kiliseyi de resimledikten sonra Güzelyurt’a doğru yola çıkıyoruz. Aslında Güzelyurt Listemizde yok. Sadece Orasını da görmeden gelmeyelim Kıbrıs’tan, mantığıyla gidiyoruz. Zaten vardığımızda da akşam oluyor. Araçtan hiç inmeden Geldiğimiz yoldan Girne’ye Geri dönüyoruz.
Akşam
Yine bir önceki akşam gittiğim Özgülen Kabap’ a gidiyoruz. Lezzet ve Fiyat
olarak çok beğeniyoruz burayı. Sonra Limana iniyoruz. Liman geceleri çok
hareketli aslında bir gece burada yemek lazımdı. Ama Bütçe kısıtlı, Barlarda
canlı müzik var biz söyle bir tur atıp kordona iniyoruz. Yanımızda bir gün
önceden aldığımız Votkamız var. Kordonda bir genç, gitarıyla sanatını icra
ediyor. Sesini beğeniyoruz hemen yanındaki banka oturup, Votkanın hemen
kapağını açıyoruz. Genç bizim alkışlarımızda coştukta coşuyor, bizde ona ve arkadaşına votka ikram ediyoruz. 1 saat kadar sonra gençler çoğalıp müzik de kesilince, bizde Kıbrıs’ın kumar turizmine bir bakalım diyoruz. Gençlerden aldığımız tavsiyeler doğrultusunda en yakın kumarhaneye gidiyoruz. İlk kumarhane deneyenimiz olduğundan tedirginiz. Kapıda tüm eşyalarımız alınıp bir anahtar veriliyor. İçeride tüm makineler dolu neredeyse içeride adım atacak yer yok. İlk milleti izleyip öğrenelim diyoruz ama herkes başka bir oyun oynadığından çok ta bir şey anlamıyoruz. Bize tarif edildiği gibi görevlilere bir öpücük atıyoruz. Bu görevli çağırma yöntemiymiş gerçekten ilginç, geliyor görevli, ilk kez geldiğimizi acemi olduğumuzu söylüyoruz. Küçük oynayacağımızı ve basit olmasını istiyoruz. Makineye 20 tl ile başlıyoruz. 20kruş ile açılıyor her oyun. Yaptığınız tek şey bir tuşa basmak olduğundan ben sıkılıp bu işten Ayfer’e devrediyorum. Bizim 20 tl 68 tl olunca kalkıyoruz. Ayfer ile Özay kalma niyetinde ama Emine’yle beni açmadı ortam. Dışarı çıkıp biraz piyasa yapıyoruz. Alkol fiyatlarını gözden geçiriyoruz biraz sonra Simit Sarayında birer tatlı yiyip Geceyi sonlandırıyoruz.
kapağını açıyoruz. Genç bizim alkışlarımızda coştukta coşuyor, bizde ona ve arkadaşına votka ikram ediyoruz. 1 saat kadar sonra gençler çoğalıp müzik de kesilince, bizde Kıbrıs’ın kumar turizmine bir bakalım diyoruz. Gençlerden aldığımız tavsiyeler doğrultusunda en yakın kumarhaneye gidiyoruz. İlk kumarhane deneyenimiz olduğundan tedirginiz. Kapıda tüm eşyalarımız alınıp bir anahtar veriliyor. İçeride tüm makineler dolu neredeyse içeride adım atacak yer yok. İlk milleti izleyip öğrenelim diyoruz ama herkes başka bir oyun oynadığından çok ta bir şey anlamıyoruz. Bize tarif edildiği gibi görevlilere bir öpücük atıyoruz. Bu görevli çağırma yöntemiymiş gerçekten ilginç, geliyor görevli, ilk kez geldiğimizi acemi olduğumuzu söylüyoruz. Küçük oynayacağımızı ve basit olmasını istiyoruz. Makineye 20 tl ile başlıyoruz. 20kruş ile açılıyor her oyun. Yaptığınız tek şey bir tuşa basmak olduğundan ben sıkılıp bu işten Ayfer’e devrediyorum. Bizim 20 tl 68 tl olunca kalkıyoruz. Ayfer ile Özay kalma niyetinde ama Emine’yle beni açmadı ortam. Dışarı çıkıp biraz piyasa yapıyoruz. Alkol fiyatlarını gözden geçiriyoruz biraz sonra Simit Sarayında birer tatlı yiyip Geceyi sonlandırıyoruz.
07.12.2014
: Sabah yine erken kalkıp Girne’nin hemen 10km dışındaki, Hilarion kalesine
gidiyoruz. Yarım saat önce açılması
gerektiği yazıyor kapıda ama maalesef kapalı daha açılmamış, Biz yukarı yürüyerek mi çıkalım acaba diye düşünürken bir araç yaklaşıyor ve bize korna çalıp kapıyı açmamızı işaret ediyor. Keşke açıldığını bilseydik de beklemeseydik. Gelenin kale görevlisi olduğunu kıyafetinden anlıyoruz. O arabayla yukarı çıkınca bizde arkasından devam ediyoruz. Yukarıda bizden utanmış olsa gerek ki ücret talep etmiyor, Kale bir zamanlar o kadar görkemliymiş ki, birçok çizgi filmine ilham kaynağı olmuş, ama şuan eski ihtişamından çok şeyler kaybetmiş. Ama yine de gezip görülmeye değer, tabi ki 700mt merdiven çıkmak sizi korkutmuyorsa. Biz bir kısmını çıkıp sonra vazgeçiyoruz çünkü planımız maalesef bugünde çok yoğun. Kaleden inince anayoldan gitmek yerine dağ yolundan devam etmeyi tercih ediyoruz. Bu yol bir gün önce gitmemiz gereken yol aslında ama biz bugün girmeye karar veriyoruz. Pazar olmasından dolayı dağlık ve ağaçlık arazide birçok kişiye rastlıyoruz. Arabasını yol kenarına bırakıp yabani mantar toplayanların yanı sıra Av için gelmiş olanlarda var. Biran kendinizi Yaban Tv de sanıyorsunuz. Keklik avladıklarını öğrendiğimiz avcılar epey profesyonel ekipmana sahip, bizim oraların avcılarına pek benzemiyorlar. Umarım bu iş 12 ay böyle değildir çünkü adım başı avcı ve av köpekleri var, bu iş böyle sürerse kuşların nesillerinden insan şüphe duyuyor ama buna rağmen yolda biz bile keklik görüyoruz. Şanslı kuşlarmış bize rastlıyorlar. Yolda duraklamalarla birlikte 1 saat gibi bir sürede Karşıyaka’ya varıyoruz. Hilarion kalesi ve Tankı gezmek isteyenlerin kullanması gerektiği bir yolu, biz maalesef 2. gün kat ediyoruz. Karşıyaka’dan ana yola devam edip Karaman (Karmi) Köyüne geçiyoruz. Bu köy İngiliz başta olmak üzere birçok Avrupalı ve Amerikalının yaşadığı bir köy, 1900 lü yıllarda adaya yerleşmeye başlayan bu halk savaş sonrası hükümet tarafından bu köyde toplanmış. Hala yaşamlarını sürdürmekteler. Bu köy hakkında çok yazı okuduğumdan listeye almıştım. Köy Meydanındaki Kilisesiyle, Telefon kulübesiyle, işletmeleri ve insanlarıyla bizden olmadığını açıkça haykırsa da, bizim oraların her yeri İngiliz villaları İngiliz mahallesi olduğundan pek ilgimizi çekmiyor. Kilise de Pazar ayini hazırlığı vardı, bize de sıcak davranıyorlar ama burada çok fazla kalmıyoruz. Doğru Lefkoşa’ya yola çıkıyoruz. Lefkoşa Girne’den Çok yakın yarım saat gibi bir sürede varıyoruz. İlk Venedik sütununu buluyoruz. Aracımızı park edip hemen yan tarafındaki bir çay bahçesinde soluklanıyoruz. Sonra sokaklarda tur atmaya başlıyoruz. Lokmacı sınır kapısında insanların yaya geçişlerini gözlemliyoruz. Sınır kapısına çok benzemese de, Sınır boyu ilerliyoruz. İlk defa yıkık dökük binalara rastlıyoruz. Ara tarafsız bölgede hala binalarda kurşun delikleri duruyor. Lefkoşa’nın ekonomisinin Girne ve Mağosa’ya göre daha kötü olduğuna karar veriyoruz. Sınır boyu ilerlerken birçok eski yapıya denk geliyoruz. Yolda Kıbrıslı bir teyzeden tüyolar alıyoruz. İlerde bir parktan Rum tarafını gözlemleyebileceğimizi söylüyor.
Türkiye’de Kıbrıslıların Türkleri sevmediği
söylenir. Biz hiç böyle bir şeye rastlamıyoruz. Aksine çok sıcak davranıyorlar.
Ara sokaklardan ilerleyerek teyzenin bahsettiği sınır parkına ulaşıyoruz.
Gerçekten sınıra sıfır bir yer, Rum tarafını kolaylıkla gözlemleyebiliyorsunuz.
Sokakta dolaşan insanlar, arabalar diğer tarafta hayat tüm canlılığıyla devam
ediyor. Park geceleri kapanıyormuş, kaçak geçişleri engellemek için sanırım.
Rumlar ve Kıbrıslı Türkler karşılıklı sorunsuz gelip geçiyor zaten sınırı, ama
2 tarafta da çok fazla yabancı nüfus mevcut. Parkta epey Rum tarafını
gözlemledikten sonra Lefkoşa’nın ara sokaklarına dalıyoruz. Sınır Boyunda
birçok bina da savaşın izlerini hala görebiliyorsunuz. Mermiler bina
duvarlarını delik teşik etmiş. Ara sokaklarda eski tarihi binaların çoğu yıkık
dökük bakımsız halde, Mağosa ve Girne gibi değil başkent, daha yıkık dökük. Ara
Sokaklardan ilerleyerek Girne Kapısına ulaşıyoruz. Adının kapı olduğuna
bakmayın yol ortasında bir küçük binacık olarak kalmış. 1931 de surlar yıkılıp
araç yolu açıldığı için yol ortasında kalmış.1567 de Venedikliler 3 adet inşa
etmiş, sonra Osmanlılar tadilat etmiş,
Günümüzde de halen turizm ofisi olarak
hizmet vermekteymiş fakat biz bir yetkiliye rastlamadık. Kapıyı arkamızda
bırakıp Lefkoşa’nın en ünlü ve adı gibi en büyük Hanına Gidiyoruz. Büyük han,
Osmanlıların Adayı fethinden 1 yıl sonra 1572 de inşa edilmiş fakat İngiliz
döneminde hapishane olarak kullanılmış. Görkemli bir eser. Birer kahve içiyoruz
ve bende içerisinde bulunan hediyelik eşyacılarından birkaç küçük alışveriş
yapıyorum. Bir dükkân sahibiyle epey muhabbet şansı yakalıyorum. İnsanlar
gerçekten sıcakkanlı sevecen yardımsever, bize anlatıldığı gibi değiller.
Han
çıkışı Sokaklarda kısa bir turdan sonra barbarlık müzesine gidiyoruz. Kapısında
kapanış saatinin 15.30 yazmasına rağmen kimseler yok, kapalı. Kıbrıs böyle bir
yer, müze de olsa kimse açılış – kapanış saatini umursamıyor.
Biraz başıboşluk,
biraz tembellik tipik Akdeniz yaşam tarzı Müze aslında 1963 yılına kadar
küçük bir ev, Doktor Binbaşı, Nihat
İlhan’ın Eşi ve Çocuklarının Burada Rumlar tarafından Barbarca taranarak
katlediliyor. Ev o haliyle korunuyor ve
müze haline getiriliyor. Duvarlarda hala kan ve mermi izlerini görmek mümkünmüş
ama biz buna maalesef müze çalışanı yüzünden tanık olamıyoruz.
gerektiği yazıyor kapıda ama maalesef kapalı daha açılmamış, Biz yukarı yürüyerek mi çıkalım acaba diye düşünürken bir araç yaklaşıyor ve bize korna çalıp kapıyı açmamızı işaret ediyor. Keşke açıldığını bilseydik de beklemeseydik. Gelenin kale görevlisi olduğunu kıyafetinden anlıyoruz. O arabayla yukarı çıkınca bizde arkasından devam ediyoruz. Yukarıda bizden utanmış olsa gerek ki ücret talep etmiyor, Kale bir zamanlar o kadar görkemliymiş ki, birçok çizgi filmine ilham kaynağı olmuş, ama şuan eski ihtişamından çok şeyler kaybetmiş. Ama yine de gezip görülmeye değer, tabi ki 700mt merdiven çıkmak sizi korkutmuyorsa. Biz bir kısmını çıkıp sonra vazgeçiyoruz çünkü planımız maalesef bugünde çok yoğun. Kaleden inince anayoldan gitmek yerine dağ yolundan devam etmeyi tercih ediyoruz. Bu yol bir gün önce gitmemiz gereken yol aslında ama biz bugün girmeye karar veriyoruz. Pazar olmasından dolayı dağlık ve ağaçlık arazide birçok kişiye rastlıyoruz. Arabasını yol kenarına bırakıp yabani mantar toplayanların yanı sıra Av için gelmiş olanlarda var. Biran kendinizi Yaban Tv de sanıyorsunuz. Keklik avladıklarını öğrendiğimiz avcılar epey profesyonel ekipmana sahip, bizim oraların avcılarına pek benzemiyorlar. Umarım bu iş 12 ay böyle değildir çünkü adım başı avcı ve av köpekleri var, bu iş böyle sürerse kuşların nesillerinden insan şüphe duyuyor ama buna rağmen yolda biz bile keklik görüyoruz. Şanslı kuşlarmış bize rastlıyorlar. Yolda duraklamalarla birlikte 1 saat gibi bir sürede Karşıyaka’ya varıyoruz. Hilarion kalesi ve Tankı gezmek isteyenlerin kullanması gerektiği bir yolu, biz maalesef 2. gün kat ediyoruz. Karşıyaka’dan ana yola devam edip Karaman (Karmi) Köyüne geçiyoruz. Bu köy İngiliz başta olmak üzere birçok Avrupalı ve Amerikalının yaşadığı bir köy, 1900 lü yıllarda adaya yerleşmeye başlayan bu halk savaş sonrası hükümet tarafından bu köyde toplanmış. Hala yaşamlarını sürdürmekteler. Bu köy hakkında çok yazı okuduğumdan listeye almıştım. Köy Meydanındaki Kilisesiyle, Telefon kulübesiyle, işletmeleri ve insanlarıyla bizden olmadığını açıkça haykırsa da, bizim oraların her yeri İngiliz villaları İngiliz mahallesi olduğundan pek ilgimizi çekmiyor. Kilise de Pazar ayini hazırlığı vardı, bize de sıcak davranıyorlar ama burada çok fazla kalmıyoruz. Doğru Lefkoşa’ya yola çıkıyoruz. Lefkoşa Girne’den Çok yakın yarım saat gibi bir sürede varıyoruz. İlk Venedik sütununu buluyoruz. Aracımızı park edip hemen yan tarafındaki bir çay bahçesinde soluklanıyoruz. Sonra sokaklarda tur atmaya başlıyoruz. Lokmacı sınır kapısında insanların yaya geçişlerini gözlemliyoruz. Sınır kapısına çok benzemese de, Sınır boyu ilerliyoruz. İlk defa yıkık dökük binalara rastlıyoruz. Ara tarafsız bölgede hala binalarda kurşun delikleri duruyor. Lefkoşa’nın ekonomisinin Girne ve Mağosa’ya göre daha kötü olduğuna karar veriyoruz. Sınır boyu ilerlerken birçok eski yapıya denk geliyoruz. Yolda Kıbrıslı bir teyzeden tüyolar alıyoruz. İlerde bir parktan Rum tarafını gözlemleyebileceğimizi söylüyor.
Rum Tarafı |
Girne Kapısı |
Büyük HAN |
Müzenin
kapısından hüzünlü bir şekilde ayrıldıktan sonra kendimizi Kıbrıs’ın ucuz
içkilerinden satın almak için bir alışveriş merkezine atıyoruz. 10 tl ‘ye
kanyak, 13 tl’ye Vodka 32 tl’ye Yeni Rakı (1lt) almak Çok güzel bir duygu. Burada
birkaç saatimizi de Harcadıktan sonra Ercan havaalanına doğru yola çıkıyoruz.
Kıbrıs Hatırası :) |
Sonuç
olarak Mükemmel bir 3 gün geçiriyoruz. 4-5 gün Tüm Kıbrıs’ı gezmek için ideal,
biz Deniz mevsimi olmadığından 3 güne zorda olsa sığdırabiliyoruz. Araç
Kiralamak Şart, Toplu taşıma araçları yetersiz. Araç Kiraları ve yakıt gayet
uygun. Ucuz oteller var amacınız Sadece Kumar ve Gece Kulüpleri değilse eğer. ‘’Kıbrıs
halkı Türkleri Sevmiyor’’ YALAN. ‘’Kıbrıs Çok Pahalı ‘’ Buda Başka Bir YALAN.
1 yorum:
Merhaba, Ayaz Rent a Car olarak yorumunuzu okuduk çok teşekkür ederiz, bize http://www.ayazrentacar.com.tr den ulaşabilirsiniz.
Yorum Gönder