1.gün:16.05.2015 : KAHİRE - İSKENDERİYE
Bu yolculuğumuzda
ailemize yeni bir birey daha ekliyoruz. ‘’2.5 aylık bebekle ne işiniz var taa
oralarda’’ sözlerine aldırmaksızın, düşüyoruz yollara. Tabi ki, iki kişi
yetemeyiz oğluma deyip, Eşimin akrabaları Mutlu Ve Yağmur Çiftini de takıyoruz
peşimize. Biz Dalaman’dan onlar Adıyaman’dan buluşma noktamız ise İstanbul
oluyor. Oğlumuza çok yüklenmeyelim yavaş yavaş alışsın tempomuza
diyoruz, 2 gün İstanbul Konaklamasının ardından, ancak çıkabiliyoruz asıl
yolculuğumuza. Mısır Türklere 45 yaşın üzeri kapıda vize verse de, biz
yaşlanmayı beklemeyip, bir şirket yardımıyla alıyoruz vizemizi. Şahsen başvurunun
şart olmadığı vizenin, ücreti 70 tl ama şirket aracılığıyla aldığımız için,
bize 3 kişinin vize maliyeti 530 tl oluyor. 26 günlükken pasaport başvurunda
bulunduğumuz oğlumuza da aynı harçları vermek bize epey koyuyor. 10 yıllık
pasaport masrafı yapıp, bebeğe maksimum 5 yıllık pasaport veriliyor olması da
üstüne tuz biber oluyor. Uçak biletinden sonra, Bebeklerin tek karlılığı yurt
dışı çıkış harcından 7 yaşına kadar muaf olmaları, tabii ki biz bunu harcı
çoktan ödedikten sonra kapıdan geçerken öğrenebiliyoruz.
Mısır’a,
kendi havayolu ile aktarmasız gidiyoruz. Uçuş öncesi İş Bankası’nın Lounge
hizmetinden yararlanmayı ihmal etmiyoruz. Sürenin kısa oluşundan ancak 3 kadeh
votka içebiliyorum. Ama çantama yolluk yapmayı ihmal etmiyorum.
Mısır
havayolları, ucuz etin suyu yavan olur sözünün hakkını veriyor kalitesiyle,
kalkışta kemer ikazı bile yapma gereği duymuyor. Uçak epey eski ve yıpranmış,
alkol servisi de yapılmıyor.
İstanbul
– Kahire arası 3 saat sürmesine rağmen, Mısır ile 1 saat farkı olduğundan 12 de
başlayan yolculuk saat 2 de son buluyor.
Kahire
hava alanı çok küçük ve bomboş, Bizim uçuştan başka sanki hiç uçuş yok. Burada
da çıkışta form dolduruyorsunuz. İnternetten kiraladığımız aracımızı teslim
almaya gittiğimizde, bizden uluslar arası ehliyet istiyorlar. Dünyanın her
yerinde bu ehliyet ile araç kiraladığımız yalanını atınca ikna oluyorlar.
Aracımız ülkemizde Dacia markasıyla burada ise Renault markası altında satılan
Logan.
İlk günkü planımızda
250km lik yolu aşıp, İskenderiye'de bir otele yerleşmek var. Yollar çok yoğun
olmasa da Kahire'den çıkmak kolay olmuyor. Yolun birçok kısmında çalışmalar
mevcut, birkaç kez trafik polisine denk gelsek de, kontrol için
durdurulmuyoruz. Mısırlılar süratte sınır tanımıyor. Trafik çok hızlı akıyor
bazen, bazense takılıp kalıyor. Trafik kuralsız levhalar yetersiz. Karşınıza
aniden araba veya yaya çıkması çok doğal, trafik kazası görmemeniz imkânsız.
Bizde tam 4 saat sonunda İskenderiye'ye girmişken, önümüzdeki aracın sert
freniyle zorla durabiliyoruz. Ama arkamızda ki at arabası bizim kadar usta
değil. Ya da bizim kadar teknolojik değil olacak ki, Arkamızdan bize sert bir
dokunuş yapıyor. Durmuyoruz bile o kargaşada...
Listemizde bir kaç
otel ismi var internetten bulup not aldığımız. Bizde en ucuzundan başlayarak
onları aramaya koyuluyoruz. İlk sıradakini, bizim gibi navigasyonda bulamayınca
2. sıraya geçiyoruz. Burada otellerin şekli bir garip, Yüksek katlı binaların
en üst katlarını kullanmışlar. 10 katlı bir binanın 5. katından sonraki katlar
otel mesela, alt katlar ise harap şekilde boş bırakılan da var, dükkan ofis vs
kullanılanda... Bu binalar tarihi, koloni döneminde yapılmış fakat eski
görkemini yitirmiş. Baktığımız tüm oteller bu binalarda, fakat ilk 2 otellin
giriş katları terk edilmiş olduğundan ürküp, son seçeneğimiz Union Otel'e
yerleşiyoruz. 160 ve 260 Mısır paunt'u vererek 2 ayrı oda tutuyoruz. Pahalı
olan oda gayet güzel, Diğer odada çok kötü olmamasına rağmen, Yağmur, Mutlu
ikilisini çok tatmin etmiyor. Otelin önünde araçtan bavullarımızı alırken
aklımıza gelip araca baktığımızda şok oluyoruz, at arabası aracın bagaj
kapağına büyük zarar vermiş, küçük bir çizik, sıyrık beklerken, bu görüntü
karşısında büyük üzüntü yaşıyoruz. O kadar moraller bozuluyor ki, kendimizi
ancak ertesi gün toplayabiliyoruz. Bu kaza bize pahalıya mal olacak çünkü...
Odamızdan |
Odamızdan |
Odalarımıza
yerleştikten sonra, şehri keşfe çıkıyoruz. Sokaklar çok iyi olmasa da temizlik
olarak, beklediğimden iyi. Hava kararmasına rağmen trafikte çoğu aracın
farlarını yakmadığını görüyoruz. Parklarını ya da sisleri yakanlar azınlıkta,
tamamen kapalı tutanların sayısı hiçte az değil. Trafikte romantizm yapıyor
olabilir Mısırlılar ama inanın bu bizi fazlasıyla korkutuyor. Bu görüntünün
ardından gece yolculuğu fikrini tamamen kafamızdan çıkarıyoruz.
Açlığımızı bilindik
tat ekmek arası döner ile yatıştırıyoruz. Sonrada odalarımıza çekiliyoruz.
2.GÜN 17.05.2015
İSKENDERİYE - KAHİRE
Sabah oğlumuz
sayesinde güne çok erken başlıyoruz. Balkondaki manzara sanki bizi kendine
çağırıyor. Otelin ve odamızın konumu mükemmel, İlk izlenimim, İskenderiye'yi İzmir'e benzetiyorum. Deniz kenarında güzel şirin
bir şehir, Akdeniz Ayaklarımızın altında resmen… Liman ve kale tam karşımızda,
İlk resimlerimizi odamızın balkonundan çekiyoruz. Sonra Kahvaltı için aşağıya
iniyoruz.
Otelimizde sabah
kahvaltısı dâhil değil ama sanki bir daha gelmeyini ima edercesine peynir ekmek
yumurta getirmeleri 1 saatten fazla zaman alıyor. Bu geciken ve fakir
kahvaltının ücreti 20EGP. Başka masalarda kuruvasan ve üçgen peynir görüp
istiyoruz ama ancak kalkarken geliyor, malesef tatlarına bakamıyoruz. Bu
kahvaltı olayı o kadar tatsız geçiyor ki, çıkışta hesaba eklemeyi unutuyorlar,
bizde hatırlatma gereği duymuyoruz.
Odamızdan sabah
görüntülediğimiz Kaleyi yakından görmek için sokağa çıkıyoruz. Gerçekten
uzaktan görüldüğünden, yakından çok daha güzel. Denize sıfır konumuyla da
görülmeye değer.
Ünlü İskenderiye
fenerinin yıkıntılarından 1477 de Kayıtbay tarafından yapıldığı için İsmi
Kayıtbay Kalesi olarak kalmış.
Kalenin içini de
gezdikten sonra Ünlü İskenderiye Kütüphanesine gidiyoruz.
Kütüphane'nin 11'de
açıldığını ve giriş ücretine de paramızın yetmeyeceğini öğrenince para bozdurma
telaşına tutuluyoruz. Pazar oluşu burada bankaların kapalı olduğu anlamına
gelmiyor. Şanslıyız Müslüman kardeşlerimizin bu günü ülkemiz gibi tatil
yapmamış. Kütüphanenin bir alt sokağında bir banka buluyoruz, ama pasaportlar
arabada kalmış tekrar geri dönüyoruz. Her yerde polis kontrolü var buna bir
anlam veremiyoruz, ancak Türkiye'ye döndüğümüzde öğreniyoruz ki, dün Mısır Cumhurbaşkanı
Muhammed Mursi Hakkında idam kararı verilmiş, Biz görmesek de ülkenin birçok
yerinde gösteriler varmış. Bankaya geldiğimizde işimiz 5 dk bile sürmüyor,
Havalimanın da kurdan farklı değil, fiyat aynı.
Kütüphane |
Kütüphane |
Kütüphane giriş ücreti
turiste 70 EGP. Mısır paunt'u tl nin 3/1'i. Yani 23 tl civarı para ödemeniz
gerekiyor giriş için. Öğrencilere büyük indirim var, Birçok kişinin ehliyet
veya başka belgeleri öğrenci kimliği olarak gösterip indirim aldığını okumuştum
ama biz buna kalkışmıyoruz. Siz deneyebilirsiniz. Doğru dürüst incelemiyorlar
çünkü.
Bu gezimizde hiçbir
araştırma yapmayıp tüm yükü Mutlu'nun omuzlarına yükledik. Plan onun, biz bu
kez sürpriz olsun istedik biraz da tembellik ettik.
Hiç araştırma
yapmadığımdan Kütüphanede ters köşeye yatıyorum. Ben tarihi Turistik bir
kütüphane beklerken tam tersine modern ve devasa büyük bir yapıyla
karşılaşıyoruz. İçersi çok lüks ve modern oluşuna karşın beklediğim bu
değildi.
Turistik bir mekandan
ziyade Mısırlı gençlerin araştırmalarını ve ödevlerini yaptığı yaşayan bir
kütüphane. Kapısında dakikalarca girmeyi bekledikleri girerken de 5 EGP
ödedikleri bir kütüphane, bizim memleketin ücretsiz ama bomboş kütüphanelerini
düşünmeden yapamıyor insan.
İskenderiye birçok
Mısır Turu paketlerinde yer almıyor. Turlar Genelde Kahire'den başlayıp güneye
doğru iniyor. Sokaklarda da zaten pek turist göremiyoruz. Eski Mısır
kalıntıları Nil kenarında olduğundan İskenderiye diğer bölgelerden farklı,
Kahire'den sonra 2. büyük şehir olsa da gezilecek çok fazla nokta yok. Bizde gelmişken
Kale ve camileri de görelim diyoruz ilk etapta. Ama sonra şehir merkezinde
oluşu o karmaşa ve sıcaktan fikrimizi değiştirip, uzaktan birkaç resimden sonra
yolumuza devam ediyoruz.
Kahire'ye geldiğimiz
anayoldan değil de bu kez nil kenarından dönmeye karar veriyoruz. Mısır'da
hayat sadece Nil nehri kenarında var diğer bölgelerin çoğu çöl ile kaplı. Mısır
o kadar şanslı ki, Nil tüm ülkeyi yukarıdan aşağıya 2 ye bölmüş. Ve buralarda
topraktan bereket fışkırmış. Ama tarım hala ilkel teknikler ile yapılıyor. En
büyük zenginlik Nil'i ise bok götürüyor. İnsan ekmek teknesinin içine sıçar mı
arkadaş demeden geçemiyor.
Yazmayı Unuttuğum Montaza Sarayı |
Yollarda çok sık gördüğümüz Tofaş Şahin |
Dönüş yolumuz biraz
daha uzun sürüyor. Yollar iğrenç, trafik yoğun. Sanki tüm Mısır almış
araçlarını bize gıcıklık yola çıkmış. Bazen aynı noktada dakikalarca
bekliyoruz. Bazense ancak 3-5 km hızla yol alabiliyorsunuz. Yol ortasında
bekleyenlerin amacını merak ediyorsunuz. Bazense sağ şeritte olması gereken
aracın, neden taa en solda olduğunun nedenini çözemiyorsunuz.
4 saati aşan bir
maceranın sonunda Kahire'ye ulaşıyoruz. Navigasyon bizi bir süre aynı
noktalarda döndürdüğünü görüyoruz. Piramitleri karşıdan görsek de arabayla
ulaşamıyoruz.
Gördüğüm tüm
resimlerde piramitler, çöl ortasında gözüktüğünden, bende piramitleri
şehir
merkezinden uzak, yakınında hiçbir yerleşim yok hayal ediyordum ki yanılmışım.
Piramitler Şehrin İçinde |
Bir süre gideceğimiz
yere ulaşamayınca, Yerli halktan yardım istiyoruz, bu sefer de çakallar
sofrasına düşüyoruz. Tarif etmek bir kazanç getirmeyeceğinden, bizi adrese
teslim bırakmak istiyorlar. Mecbur kabul ediyoruz. Gencin biri aracın arka
bagaj kapağının üzerine atlıyor sür diye işaret ediyor Mutlu'ya. O kalabalık
trafikte adam dışarıda biz içeride yol alıyoruz, Bizdeki korkudan eser yok
adamda, bu işi ilk yapmadığı çok belli, biz onun kadar deneyimli olmadığımızdan
çok korkuyoruz. Ama şanstan bir şey olmadan Giza Piramidinin tam
karşısındaki ucuz otellerin bulunduğu bölgeye ulaşıyoruz.
İlk sorduğumuz oteli
beğeniyoruz, konumu da mükemmel. Bizi getiren genç uzun bir süre peşimizde
dolaşıp,
İlk bizden sonra
otelciden bir şeyler koparamayınca birden kayboluveriyor. Otel odabaşına 50
dolar istiyor ancak 30 dolara razı oluyor. Aslında bu fiyatta çok yüksek ama
çok ısrar etmiyoruz. Sonradan öğreniyoruz ki sezon bittiği için, bizden başka,
1 müşteri daha varmış ve fiyat çok daha geriye çekilebilirmiş.
Otellerin bulunduğu bu
mahalle, konumu iyi olsa da anutçuların merkezi, ne zaman arabaya binsek, yol
bomboşken birden önümüze atlayanlar bitiveriyor. Geçeceğimizi nerden seziyorlar
ya da turisti nereden biliyorlar çözemiyoruz.
Otelimizin Terasından |
Otelimizin Terasından |
Piramitlerde akşam
üzerileri ışıklı gösteriler altında, anonslar yapılıyor ve bu gösterileri takip
etmek için otelimizin terası buna çok iyi imkan sağlıyor. Bu gösterileri
izledikten sonra aşağıdaki restaurantlardan yiyecek bir şeyler temin edip
terasta afiyetle yiyoruz. 4kişi 30tl gibi bir fiyata tıka pasa doyuyoruz.
Mısır halkından çok
hoşlanmamış olsak ta otel sahibimiz gayet iyi birisi her konuda yardımcı
oluyor. Tek sıkıntımız adamın ne hikmetse her gece modemin fişini sökmesi,
Sabah ilk işim yerine takmak oluyor.
3.GÜN 18.05.2015 KAHİRE :
Sabah otelimizin
ücretsiz kahvaltısıyla güne başlıyoruz. Mısır şartlarına göre hiç te fena bir
kahvaltı değildi.
Ötelin hemen önüne
park ettiğimiz aracı almak istediğimizde, yaşlı bir amcanın park parası
talebiyle karşılaşıyoruz. Ama hiç aldırmayıp yolumuza devam ediyoruz.
Giza piramitlerinin
dibine kadar aracımızla gidebildiğimiz bilgisini otel sahibimizden almamıza
rağmen, mahalleden çıkıp piramitlere ulaşamayınca yine kurtlar sofrasına yem
oluyoruz. Her bir kişi bizi deveyle götürmek için saldırıya geçiyor, bizi ara
sokaklara sokuyorlar. Arka bagaja atlayan atlayana, Bir süre sonra iş iyice çığırından
çıkınca, bir şekilde boşluktan yararlanıp, oradan uzaklaşıyoruz.
Meğer bu mahalleden
komple çıkmalıymışız, biz hemen piramitlerin dibinde olunca, buradan giriş
yapabileceğimizi düşünmüştük oysa giriş çok farklı bir yerdeymiş.
O kadar ürkmüşüz ki
halktan, giriş kapısına geldiğimiz sivil polisleri halk sanıp durmayınca fırça
yiyoruz. Artist bir polis amirinin azarlaması eşliğinde aracımız aranıyor.
Piramitlerin girişinde ciddi güvenlik uygulanıyor. Yolcular ve eşyalar araçtan
indirilip x-ray'dan geçiriliyor.
Aracımızı park
ettiğimiz an yine bilindik Mısır'a geliyoruz. Bu kez sözde rehberler gezdirmek
için saldırıyor. Rehberleri dünyanın her yerinde kibarca kovmanın en kolay yolu
yabancı dil bilmediğini söylemektir.(yalanda değil hani) Türkçe bilen rehbere
henüz rastlamadık, rastlarsak geri çevirmeyeceğime eminim.
Mısır'a geliş amacımız
olan piramitleri görmek için yanlış mevsim seçmişiz, doya doya dolaşmak için
daha önce gelmek şart, bunaltıcı sıcak insanı çok yoruyor.
ilk piramitleri
ayrıntılı incelemeden ünlü Gize Sfenks'ini görmeye gidiyoruz. Gövde hayvan, baş
insan olarak yapılan bu heykeller piramitleri korumak için yapılsa da, biz
herkes gibi ünlü sanatçımıza benzerliği hakkında geyikler yapmadan geçemiyoruz.
Bülent Abla Sfenksi :) |
Sfenks ten aşağıya
giden yol iniş aşağı, bura turist taşıyan, faytonların yaptığı frenleri ve
hayvanların çektiği açılara tanık oluyoruz.
Düzlüğe çıkınca bizde
yürümek yerine faytonlanalım diyoruz. 50 paunt karşılığı tüm alanı gezdirmek
şartıyla biriyle anlaşıyoruz. Fakat bir süre sonra faytoncu bizi istediğimiz
seyir tepesine götürmek istemeyince kavga ediyoruz. Amacı bizden daha fazla
para koparmak, Bende kızıp bağırıp çağırıp iniyorum. Amacım adamı ikna etmek.
Bu coğrafyada sık karşılaştığımız bir durum. Fakat yol arkadaşlarımız Mutlu
Yağmur ikilisi Arapların bu üçkağıtçılığını bilmediklerinden bana destek
çıkmıyorlar. Faytoncu bu açığı görüp üste çıkıyor. Bende tatsızlık çıkmasın
deyip kabul ediyorum. Cimri durumuna düşüyorum, Bir daha da öne atılmamaya
karar verip çekiliyorum.
Seyir tepesine
geldiğimizde görüyoruz ki arabayla da gelinebiliyormuş, Tepe epey kalabalık,
burada deve üstünde resim çekilme telaşına tutuluyoruz. Sıkı pazarlıkla ancak
kişi başı 10 EGP kadar indirebiliyoruz. 2,5 aylık oğlumla çölde deve üstünde
resim çekilmek çok zor olmuyor.
Dönüşte piramitlerin
içine girmeye karar veriyoruz, faytoncu biletlerin girişte satıldığını ve oraya
da 200 EGP ilave alacağını söyleyince vazgeçiyoruz. Zaten içeriye
girebileceğiniz yerler çok sınırlandırılmış ve içeride kayda değer bir şeyler
olmadığını, çoğunun müzelere taşındığını okuduğumuzdan bizde güvenmesek de
faytoncuya ısrar etmiyoruz.
Piramitleri
bitirdiğimizde tam öğle vakti oluyor, direk otelimize geri dönüp 1 saat kadar
dinlenip, tekrar düşüyoruz yollara.
İlk Tahrir meydanına
geliyoruz. Burası 1919 Mısır devriminin ardından Tahrir(özgürlük) adını almış,
tüm protesto ve gösterilerin gerçekleştiği meydan bugün çok sessiz, sadece uzun
namlulu silahlarla bekleyen asker ve polislerden başka kimseler yok.
Meydanın ardından
yürüme mesafesinde olan
Kahire Müzesine gidiyoruz. Burası antik Mısır
eserlerinin korunduğu ve 120.000 eserin sergilendiği müthiş büyük bir müze.
müze |
O kadar büyük ve
eserlerinin değerli olmasına karşın çokta bakımlı değil, İçerisindeki mumya
müzesine girmek için ekstra bir ücret ödemelisiniz. İnsanlar kadar
hayvanlarında mumyalandığına tanık oluyorsunuz.
Müze gezisi sonrası
otele dönmek için yola çıkıyoruz ama trafik o kadar süratli ve kural tanımaz
ki, küçük 2 kaza daha geçiriyoruz.
4.GÜN.19.05.2015 : KAHİRE Gün yine sabah erken başlıyor, otelimizdeki kahvaltımızın ardından, eşimi ve Ata Erk'i otelde bırakıp, Sakkara piramidine gitmek için yola koyuluyoruz. Basamaklı piramit olarak ta bilinen bu piramit otelimizden 25 km uzaklıkta, Navigasyon yardımıyla gittiğimizde bizi ara sokaklara sokuyor, zaman kaybettirse de bu ara sokaklar Mısır'ı daha iyi tanımak açısından çok ta faydalı oluyor.
Sakkara Girişi |
Sakkara |
Sakkara Piramidi |
Piramit’in girişi
restore edilmiş görkemli bir giriş haline getirilmiş, Kapıdan girdiğinizde ise
içeride sıralar halinde devasa kolanlar var buradan da geçtiğiniz de ise Piramide
ulaşıyorsunuz. Piramit Mısırda değişik çeşitlerde piramidin bulunduğunu
öğrenmek adına güzel fakat epey zarar görmüş ve Giza piramitleri kadar görkemli
değil.
Piramitten çıkışta bu
kez anayolu kullanıp Kahire merkeze gidiyoruz. Geliş yolumuza göre daha hızlı
yol alıyoruz ve yollar düzgün ve trafik yok.
Şimdiki durağımız Burg
El-Kahire yani Kahire kulesi, 1961 yılında yapılan bu televizyon kulesi 187
metre yüksekliğiyle yapıldığı dönemde Afrika'nın en yüksek binasıymış, sonradan
bayrağı Güney Afrika'ya kaptırmış, Şuan 2.linkle yetiniyor.
Kuleden |
Kuleden Görünüm |
Kule |
Burası modern ve güzel
bir yapı, yukarıdan Kahire'yi izlemek içinde oldukça ideal. Girişte 70 EGP
alıyorlar.
Kule sonrası Otelimize
dönüyoruz. Biraz enerji depoladıktan sonra tekrar yola çıkacağız fakat kendi
aracımızda çıkmaya cesaret edemiyoruz. Bu kez Kahire'nin tam kalbine gideceğiz.
Çarpışan otolara döndük artık, başka bir kaza yapmak istemiyoruz bu ülkede.
Bizi merkeze götürmesi için birisiyle anlaşıyoruz. Biraz yüksek olsa da fiyat,
o kadar korktuk ki trafikten, mecbur kabul ediyoruz.
Nil |
Şoförümüz altındaki
hurdayı aldırmaksızın, Formula pilotlarını aratmayacak performans sergiliyor,
Ayna ve farlarının bulunmadığı bu hurdayla hız rekorları kırıyoruz. Güvenmekten
başka çaremiz yok.
İlk amacımız Nil'de
tekne sefası yapmak. Şoförümüz bizim tekne gezisi yapmak istediğimizi bildiği
için bizi ıssız bir yerde 2-3 teknenin bulunduğu bir yere götürüyor. Burada
bizi fahiş fiyat
çekiyorlar hem de tekneler çok küçük ve eski. Şoför biz
araçtan bile inmeyince bizi istediğimiz gibi şehir merkezine götürmek zorunda
kalıyor. Yolda da bizi ikna etmek adına fiyatların bu olduğunu ikna etmek için
uğraşıyor. Biz fiyatları bildiğimizi şehir merkezinde kendimiz tekne
bulacağımızı söylediğimizde bizi yine kaçırmamak, en azından küçükte olsa
komisyon kapma hevesiyle istediğimiz yere götürüyor. Buradaki tekneler hem çok büyük
hem daha profesyonel. Koca tekneyi biraz önce çekilen fiyatın yarısından
az fiyata tutuyoruz. Nil'de tekne keyfini sonunda gerçekleştiriyoruz. Tam iskeleye döndüğümüzde görüyoruz ki burada dolmuş tarzı dolunca kalkan Mısırlı turistleri taşıyan tekneler var. Yanlış tercih yaptığımızı anlıyoruz. Teknede oryantal müzik eşliğinde kızların, danslarını görünce Asena'nın danscı olmadığına karar veriyoruz. Bu dansın merkezi burası, bizimkiler hobi olarak yapıyor onu anlıyoruz :)
Sonra gün kararmaya
başlarken Kahire'nin Tarihi çarşısına gidiyoruz. Han el-Halili
Çarşısı, Orta doğunun en büyük çarşılarından. Bizim pek yabancısı
olmadığımız, bizim memlekette de benzerlerinin olduğu hediyelik, yiyecek,
içecek ve birçok tarihi ve kültürel eşyaların, pazarlık bilmezseniz kazık
fiyata satıldığı, pazarlık yaparsanız kelepir olduğu, birçok turisttin yanında
yerel halkta buranın müdavini olduğu bir yer.
Burada dolaşarak
akşamı yapıyoruz. Akşam yine otelimizin bulunduğu mahalleden karnımızı doyurup,
hemen otelimizin önündeki yerel kahvehanede kahve keyfi yapıyoruz. Yemek
sonrası Türk Kahvesi keyfi yapmak günün tüm yorgunluğumuzu atmamızı sağlıyor.
Geceyi otelimizin
terasında muhabbetle sonlandırıp odalarımıza çekiliyoruz.
5.GÜN 20.05.2015 Kahire -Luxsor :
Sabahın 4 ünde
kalkıyoruz. Yarım saatte hazırlanıp otelden ayrılıyoruz. Otel sahibimizin bizim
için hazırlayıp, termosa koyup kapımızın önüne bıraktığı çaya dönüp bakamıyoruz
bile. Her akşam otelimizin o muhteşem terasından, Piramitlere dönük yudumlamaya
alıştık bir kere, bu keyfi son kez tekrarlamaya zamanımız da yok. Otelimizin
hemen kapısındaki aracımıza vardığımızda ilk kez bir park görevlisine
rastlamıyoruz. Oysa Ne de çok alışmıştık, Onlar para almak için çabalıyor bizse
her seferinde vermeden kaçıyorduk, İyi bir mücadele oluyordu, Ama
Hep kazanan biz oluyorduk. Yenilgiyi kabul etmişler anlaşılan, Ya da
sabahın köründe çakallar daha uyanmamış. Her yer çok sakin. Direksiyonda
yine Usta şoförümüz Mutlu, Kot pilotuysa yine eşi Yağmur. Yağmur’un ise biricik
yardımcısı Navigasyon. Navigasyonumuz bu kez bizi fazla zorlamıyor
Kahire’nin dışına çıkarmak için. Yinede 1 saati aşkın bir sürede ancak
çıkabiliyoruz. Sonra Nil nehri boyunca ilerliyoruz. Nil kenarı sabahın erken
saatlerine rağmen çok çok sakin değil. Güneşin doğuşuyla birden
kalabalıklaşıveriyor. Uzak doğu ve Hindistan’da gördüğümüz 3 tekerlekli Tuk
Tuklar dan buralarda da bol mevcut. Yalnız burada şoförleri epey genç, 10
yaşlarındaki bir çocuk önümüze fırladığında, annesine epey saydırıyoruz.
Küçücük çocuklar benim araba kullanmaya, cesaret edemediğim yollarda tuk tuk la
cirit atıyor. Yollar çok kalabalık olmasının yanında birde çok kötü, bazen tek
şeride düşüyor bazen 4 şeride çıkıyor. Bazı bölümlerinde yol çalışması varken
bazı bölümlerinde ise bariyerler kurulmuş, polis eliyle kapatılmış. Burada
devleti, asker ve polis olarak her yerde rahatsız edercesine
görüyorsunuz. Bazen uzun namlulu silah ile yolda bekleyen sivil insanlar
görüyorsunuz. Bizde ki köy koruyucu sistemi burada da mı var acaba, sorusu
soruyoruz kendimize. Ama kimi kimden koruyorlar sorusunun cevabını veremiyoruz.
Nil buralara hayat vermiş ama bence Mısırlılar abartmış nüfusu, Nil bu kadarını taşıyamaz durumda artık. 3 – 4 Tane
kalabalık şehirden geçiyoruz. Onun dışında Nil boyu hiç bitmeyen bir yaşam var
zaten, Bizde ki gibi bir köy geçip bir diğer köye kadar bir boş ovalar tarlalar
görmüyoruz.
Nil kenarından
7 – 8 saat gittikten sonra akşama Luxsor’a ulaşma hayallerimizden vazgeçiyoruz.
Ortalama saatte aldığımız yol 50 km nin altında. Bazen 100 km hıza ulaşınca
hevesleniyoruz ama bu çok uzun sürmüyor yolun yoğunluğundan, hemen ardından 30
km hıza düşüveriyoruz. Bir şehirden navigasyon da bizi çıkarmayı başaramayınca,
sora sora bulmayı deniyoruz. Bu bölgede Arapça şart, İngilizce anlaşmak için
doğru dil değil. Sormak ta işe yaramayınca Mutlunun çabalarıyla doğru yola
giriyoruz fakat artık Nil’i terk edip Çöl yoluna geçmiş durumdayız. Çöl yolu
çok daha düzgün ve boş fakat bir o kadar ıssız sıcak ve ürkütücü, Sorduğumuz
tüm Mısırlılar, Nil yolunu kullanın çöle girmeyin demişlerdi fakat Nil de ısrar
edersek akşama ulaşamayacağız. Çöl de ilk defa arabanın direksiyonuna
geçiyorum. Otomatik vitesle çölde imtihanım 2 saatten az sürse de epey yol
alıyorum. Yollar da trafik yok, dümdüz bomboş, ara ara yol kenarlarında kaza
yapıp param parça terk edilmiş araçlara rastlıyoruz. Bu dümdüz yollarda insan
nasıl kaza yapar anlamak zor. Çölde benzinliklere veya dinlenme tesislerine
rastlamıyorsunuz. Yerleşim birimi de yok. Sağınızda ve solunuzda sapsarı
toprak, altınızda ise asfalt, Bir saat kadar yol aldıktan sonra polis
tarafından durduruluyoruz. Bu benim şansım Mutlu 1 haftadır direksiyon başında
ve ilk piyango bana çıkıyor. Evraklarımı alan polis amirine yönlendiriyor bizi,
Radara girdiğimizi sonraki günlerde ki tecrübelerimizden anlayabiliyoruz. Türk
olduğumuzu öğrenince polis Mutlu ile dizi muhabbetine başlıyor. Muhteşem
Yüzyıl’dan, Meryem Uzelli’ye aşıkmış anlaşılan bizim polis amiri. Mutlu’da
adamın suyuna gidince affedilip gönderiliyoruz. Türk ve Müslüman olmak
Fas’ta olduğu gibi burada da çok işe yarıyor.
Çölde 200 km yol
aldıktan sonra görevliler tekrar Nil yoluna yönlendiriyorlar bizi çünkü çöl
yolunu kapatmışlar. Sebep belli değil Ama artık epey yaklaştık, akşama Luksor’a
ulaşabilecek duruma geldik. Oğlum
Çöpten gözükmeyen dere |
Resim yazısı ekle |
12 saatin sonunda
Luxsor levhasını görüyoruz. Düzenli güzel bir şehir izlenimi veriyor. Yol
kenarında ki Doğal olarak çıktığını düşündüğümüz rengârenk begonviller çok
hoşumuza gidiyor. Trafik burada gayet sakin, Navigosyonumuza listemizde ki en
ucuz oteli işaretliyoruz. Tam tren istasyonuna varmak üzereyken alet bize
dönmemiz gerektiğini söylüyor ama biz kaçırıyoruz. Bu kez U dönüşü yapıp geri
gelirken Mutlu yorgunlukla aynasına bakmadan dönüş yapıyor, ben motor geliyor
diye bağırmama rağmen duramıyoruz. Arkamızdan gelen Motosiklet bize sol ön
tekerlekten çarpıyor ve bizi hızla geçiyor. Motor bir sağ bir sol yapıp
devrilmeden gözden kayboluyor. Biz duramıyoruz bile, yolumuza devam ediyoruz.
Yerine gelen moraller birden sıfıra iniyor. Bu 4. Kaza herkes bir suçlu arama
peşinde, Benim bu tatilde çok sönük olduğumu ispatlamaya çalışan karımın
yanında, ilk kez yurtdışına çıkıyormuş gibi davrandığımı düşünen Mutlu var.
Mutlu ve Yağmur ilk tatillerini özel şoförlü araçla yaptıklarından Bali’de,
Mısır’da aynı rahatı arar gibiler. Araç kiralama benim fikrimdi, Fas deneyiminden
sonra burada da aynı olabileceğini düşünmüştüm ama yanılmışım. Mısır hakkında
araştırma yapmamak plansız programsız yola çıkmak ya da sadece tembellik yapıp
Mutlu’ya güvenmek hataymış. Ben tüm bu olumsuzluklara rağmen mutluyum, pişman
değilim, hatta bu olanların iyi bir malzeme olacağından hoşnut bile sayılırım.
Tek kaygım araba kiralama şirketinin bizden talep edebileceğini düşündüğüm
dolarlar. Buna rağmen, Milletin asık suratlarına rağmen tek parça olduğumuz
için gülebiliyorum. Belki de diğerlerini gıcık eden de bu gülüşüm :)
Otelimizi birkaç
kişiye sorduktan sonra kolayca buluyoruz. Merkeze yakın kötü bir bir ara
sokakta,3 katlı eski bir şehir oteli, Bizi kendine âşık edense fiyatı 2 oda
için bizden istenen 120 EGP pazarlıkla 100 paunta düşürüyoruz. Kişi başı 10 tl
nin altında bir fiyata otelde kalmanın keyfini çıkarıyoruz. Odaya kısa bir
yerleşme faslından sonra hem yemek, hem de keşif yapmak için sokağa çıkıyoruz.
Sabahtan beri araba içinde abur cubur ve meyveyle idare ettiğimiz için çok açız.
Otel sahibimizin bizi yemek için yönlendirmesine rağmen, biz onu dinlemeyip
yolumuza çıkan ilk yerel fast food resttaurantına dalıyoruz. Dışarı koydukları
reklama kanıyoruz. Yediğimiz hamburgerler çok kötü, aslında canı sıkılan,
morali bozulan yol arkadaşlarımıza beslenme alışkanlıklarına uygun
olduğundan, jest yapmak istemiştim, burayı seçerek. Ama yanlış bir
seçimmiş, Ata Erk’de yemek yememesine rağmen bizim hoşnutsuzluğumuzu anlamış
olacak ki, ben böyle mekânın içine yaparım dercesine, altına öyle bir yapıyor
ki, tüm üstünü başını, hatta kangurusunu dahi kirletiyor. Şanstan masaya değil
de yer minderlerine oturmuşuz. Alt değiştirme işlemi tüm restaurantı kokuya
boğmadan başarılı oluyor.
Yemeğimizi beğenmesek
de, karnımız doyduğu için, şehri gezmeye bile gerek duymadan, doğru dandik
otelimizin yolunu tutuyoruz. Herkes çok yorgun ve yarın ki plan için iyi bir
dinlenmeye ihtiyacımız var. Otele vardığımızda bizi tur operatörümüz bekliyor.
Otelden ayrılırken otel görevlisinden Luksor sonrası gitmeyi planladığımız Abu
Simbel için bilgi istemiştik, oda bu göbekli amcayı çağırmış. Abu Simbel Mısır
tarihinin en ünlü tapınaklarının bulunduğu müthiş bir yermiş, ben o kadar bi
haberim ki, burada öğreniyorum. Fakat buraya, sadece konvoy ile sabah ve akşam
belirlenen saatte gidiş – geliş yapabiliyorsunuz ve buraya ulaşmak için ilk
Aswan şehrine gitmeniz gerekiyor. Aswan’a gidiş dönüşü, tren ile oradan
arabayla Abu simbel’e gidişi teklif ediyor ajentacımız. Ayfer çocukla bu zorlu
yolu gitme taraftarı değil. Mecbur değilsek biz kalalım diyor. Ben de onları 7
– 8 saat uzaklıkta ki bu kötü otelde bırakma taraftarı değilim. Abu Simbel
sonrası planda Hurgada olduğu için yine Luksor'a dönmek zorundayız. Ebu simbel
– Hurgada Yolu Luksor dan geçiyor Başka sansınız yok. İlk 3 ümüz için fiyat
istiyoruz. 1 gece Aswan konaklamalı, Abu simbel - Aswan araç ile gidiş
dönüş artı tren biletiyle kişi başı 300 EGP’ye mal olacak bize birde tabi giriş
paraları artı yeme içme, sonra bende vazgeçiyorum. Mutlu’ya siz Yağmur ile
gidin gelin diyorum. Asıl Mutlu istiyor buraya gitmeyi bir arkadaşı görmeden
sakın gelme dediğinden bahsediyor durmadan. Ajentacı biraz ukala bir tip,
bizim bu turu alacağımızdan çok emin, komik indirimler yapıyor. Mutlu benim de
vazgeçmem den sonra tren yolculuğunu göze alamıyor. Bir aksilik olmasından
korkuyor ve Abu simbel maceramız, başlamadan sona eriyor. Otelin
merdivenlerinden yukarı çıkarken ajentacı arkamızdan bizi çağırıyor, ama artık
çok geç indirim yapmak için…
6.GÜN 21.05.2015
Luksor : 12 saat araba yolculuğu bizi ailecek çok yormuş olacak ki ,
gece erkenden sızmışız. Erken yatmanın Avantajını kullanıp, benim gibi, Oğluşum
da sabah erkenden uykusunu alarak kalkmış tabi ki. Baba oğlan biraz
dertleşiyoruz. Mutlu abisinin oğlumu anlamadığından yolda hiç mola vermediğinden
onun için yolda sıkıldığından bahsetmek ister gibi bakıyor kocaman gözleriyle.
Babasıyla 1 saat kadar zaman geçirdikten sonra Annesi görevi teslim alıyor. Ve
beni sokağa kahvaltılık bir şeyler bulmak için dışarı yolluyorlar. Ama cep
delik cepken delik, Tüm harcamalarımız ortak olduğundan, Yapışık 5 izler gibi
hiç ayrılmadığımızdan, paralarında bir kişi de durmasında sakınca görmüyoruz.
Bu da gurubun zeki ve akıllı çocuğu Mutlu'nun görevi, Sabahın 6 sın da onları
para için uyandırma niyetin dede değilim. Sadece çıkıp çevreyi biraz kolaçan
edeyim diyorum. Otelde de kimseler gözükmüyor. Zaten her yeri dövmeli elinden
laptopunu düşürmeyip, resepsiyondan ayrılmayan, Avrupalı bir gençten başka
müşteriye de tanık olmuyoruz 2 gün boyunca. Maalesef oda görünür de yok.
Dışarıya adım atar atmaz Hindistan izlenimi veriyor, Mahallemiz o kadar elit
ki, bok götürüyor etrafı, ama otelin odaları kalınabilir derece de, en azından
bizim için. Kapının biraz ilerisinde arabamızı görüyorum geceden üstüne toprak
dökmüşler sanki o kadar toz olmuş ki araç neredeyse görünmez olmuş. Ana caddeye
çıkınca Tren istasyonunu görüyorum, kalabalığa doğru ilerliyorum. İnsanların
bir yere yetişmek gibi bir niyeti yok, treni kaçırmak istercesine rahat hareket
ediyorlar. Sabah erken olmasına rağmen hava ısınmaya başladı bile, insanlarda
ki isteksizlik havadan sanırım. Tüm gezi boyunca Arap olduğumu sanıp, benle
Arapça konuşmaya çalışan Mısırlılara ben sizden değilim imajı çizmek
istercesine elimden fotoğraf makinemi bırakmıyorum. Gerçi onlardan daha siyahım
aslında, Arap’tan çok zencilere benzemiş durumdayım ama Mısır’ın bu
taraflarında Zencilere de epey rastlıyoruz.
Luxor’dan, Aswan ve
Kahire’ye Tren olduğunu öğreniyorum. Aslında araç kiralamak yerine tren ile
seyahat etmek belki daha mantıklıymış, fakat bu benim için çok geç edinilmiş
bir bilgi. Tren istasyonunun tam karşısında Turizm Danışma ofisini görüyorum,
Sokaklarda bu mevsimde hiç turist olmadığından adamlar boş kalmasın diye bir
ziyaret edeyim diyorum. Mutlu’nun Abu Simbel tapınağına olan gitme aşkının
nedenlerini araştırıp, hem bu aşka kavuşmanın gerçekleşebilirliğini soruşturma
niyetindeyim. Dün kü Ajenta sahibi eğer dün gece karar veremessek, ertesi günü
istesek de gidemeyeceğimizi, 2 gece öncesinden isimlerimizi polise yazdırmamız
gerektiğini söylemişti ama burada 2 gün önceye gerek yok, bugün karar
verirseniz yarın gidebilirsiniz cevabını alıyorum. Orada tapınağın birkaç
resmini görüyorum. Gitmeye değer gibi gözüküyor. Danışmadan çıktıktan sonra
biraz ilerde bir ajentaya rastlıyorum. Onlar da karar verin bu gece yola
çıkalım diyorlar. uçakla da götürebileceklerini söylüyorlar ama fiyat çok
tuzlu. Abu Simbel zamanında baraj suları altında kaldığından, şimdiki olduğu
yere taşınmış ve taşınma sırasında Türkiye dahil birçok ülke buna yardımcı
olmuş ve Mısır hükümeti yardımcı olan ülkelere bu eserlerden bazılarını hediye
etmiş. Siz düşünün artık adamlarda eser o kadar çok ki, bol keseden
dağıtmışlar. UNESCO dünya mirasında yer alan harika bir tapınak ama biz burayı
listemizden çıkarmak zorunda kalıyoruz.
Sonra tam zıt tarafa
yürüyorum, Nil kendine çekiyor beni bilmeden. Karşıma harika bir tapınak
çıkıyor şehrin tam ortasında, Biraz fotoğraflıyorum. Sonradan Luxor tapınağı
olduğunu öğreniyorum. Sonra peşime faytonlu bir arap çocuğu takılıyor.50 EGP
beni gezdirebileceğini söylüyor. Ben ilgilenmeyince fiyat 5 pauntta kadar
düşüyor ama ben ilgilenmesem de bir türlü kopmuyor, beni bir yerlere götürme
niyetinde ama benim böyle bir isteğim ve gereksinimim yok. Tüm çabalarıma
rağmen peşimi bırakmıyor, ara sokaklara dalmam da peşimi bırakmasını
sağlamıyor. Kahvaltı yapacağımı aç olduğumu söylüyorum beni bu sefer kahvaltı
yapabileceğim bir yere götürmek istiyor. En sonunda makinemle fotoğrafını çekip
polise vereceğimi söylüyorum. Çocukta buna inanmıyor ama en azından surat
ifademden gitmesi gerektiğini anlıyor ve sırıtarak kayboluyor. Birden, Sokağa
çıkış nedeni mi hatırlıyorum, kahvaltılık bir şeyler bakayım artık diyorum.
Sabahın bu saatinde çok seçenek göremiyorum çoğu mekan kapalı, Mutlu ve Yağmur’a
müjde verebilirim onların McDonald's’ı
Luxor sokaklarında yerini almış, bizim içinse bir pastane &
fırın arası bir mekandan bir şeyler alabileceğimi düşünüp otele dönüyorum.
Bizimkiler uyanmışlar anne oğlan yatakta gayet mutlu gözüküyorlar. Bende bu
mutluluğa dâhil oluyor, Genç çiftin uyanmasını beklemeye karar veriyorum.
Resepsiyon da
buluştuğumuz da, otel sahibimizin bize kahvaltı verebileceğini öğreniyoruz,
kişi başı 10 EGP, indirim isteğim kabul görmeyince mecbur kabul ediyoruz.
Kahvaltı La Vache qui rit (çocukluğumda reklamlarına bayıldığım yavaşgeri)
üçgen peynir, reçel, tere yağ, kızarmış yumurta ve çay. Mısır'da kahvaltı
anlayışı bu olmasa bile turistte kahvaltı bundan ibaret. Birde ekmekleri tatlı
olmasa çok daha iyi olacak ama, galiba Arap ülkelerinde şeker olmasa
olmazlardan, daha önce ki tecrübelerimiz bize bunu düşündürüyor. Kahvaltı
sonrası ilk durağımız
Kraliçe Hatşepsut Tapınağı (Der-il Bahari Tapınağı), Burası bir kad
ın uğruna yapılmış tek tapınak. Ayrıca bizim Anıtkabiri de buradan İlham alınarak yapılmış. Özel aracınız ile Luxor merkezden yarım saat kadar bir uzaklıkta, özel aracınız yok ise tüm Luxor’u tur ile gezebiliyorsunuz. Ama çok erken saatte kalkmanız gerekiyor fiyat 100 paunt, Tapınak güneşin bağrında dağın yüzeyine yapılmış. Araç park yerinden sonra üstü kapalı bir küçük sokaktan geçiyorsunuz. Burası özellikte turistlik eşyalar satmak için kurulmuş ve pazarlık gücünüz iyiyse ucuz bir şeyler alabileceğiniz mekânlar, en azından bizim için. Burayı geçince bilet alıp X-Ray dan geçiyorsunuz. Sadece laf olsun diye geçtiğiniz başka bir x-ray cihazı, siz geçerken alet uyarı verse bile bakan eden yok. Sadece beraberinizde ki çantayı karıştırmaya hevesli bir memur var o kadar. Mısırda tüm müze girişleri 60 – 80 paunt aralığında, Tabiki bu yabancı fiyatı, kendi vatandaşına 10 kat daha ucuz, Mısır’a göre çok pahalı geliyor bize girişler. Bilet alırken birde tren bileti satıldığını görmüştüm ama düşünememişiz, tapınak ile giriş arası biraz mesafe varmış, buraya ulaşım aracı koymuşlar ama biz tren bileti almamıştık yürüyoruz. Aslında yürünmeyecek bir mesafe değil ama sıcakta yürümek istemeyenler değerlendirebilir, biz 10 dk güneşin altında erimeyiz deyip 8 pauntumuzun da cebimizde kalmasının mutluluğuyla yürüyoruz. Bu yolu hiçbir turist yürümüyor olsa gerek ki, treni kullanan Mısırlı tepki gösteriyor sadece 2 paunt neden yürüyorsunuz diye, Biz aldırmıyoruz ve yolumuza devam ediyoruz. Karşıdan tapınak dağın içinde 3 katlı bir yapı olarak gözüküyor ve o devasa yapının tam ortasında bir merdiven var. Merdivenleri aşmak yolda yürümekten daha yorucu geliyor bize, yarıda küçük bir molayla varabiliyoruz en tepeye. Tapınak karşıdan görüldüğü kadar büyük gelmiyor gezilebilecek yerleri kısıtlı ve çok fazla içinde eser kalmamış burada çok zaman harcamadan Krallar vadisinin yolunu tutuyoruz.
Kraliçe Hatşepsut Tapınağı (Der-il Bahari Tapınağı), Burası bir kad
ın uğruna yapılmış tek tapınak. Ayrıca bizim Anıtkabiri de buradan İlham alınarak yapılmış. Özel aracınız ile Luxor merkezden yarım saat kadar bir uzaklıkta, özel aracınız yok ise tüm Luxor’u tur ile gezebiliyorsunuz. Ama çok erken saatte kalkmanız gerekiyor fiyat 100 paunt, Tapınak güneşin bağrında dağın yüzeyine yapılmış. Araç park yerinden sonra üstü kapalı bir küçük sokaktan geçiyorsunuz. Burası özellikte turistlik eşyalar satmak için kurulmuş ve pazarlık gücünüz iyiyse ucuz bir şeyler alabileceğiniz mekânlar, en azından bizim için. Burayı geçince bilet alıp X-Ray dan geçiyorsunuz. Sadece laf olsun diye geçtiğiniz başka bir x-ray cihazı, siz geçerken alet uyarı verse bile bakan eden yok. Sadece beraberinizde ki çantayı karıştırmaya hevesli bir memur var o kadar. Mısırda tüm müze girişleri 60 – 80 paunt aralığında, Tabiki bu yabancı fiyatı, kendi vatandaşına 10 kat daha ucuz, Mısır’a göre çok pahalı geliyor bize girişler. Bilet alırken birde tren bileti satıldığını görmüştüm ama düşünememişiz, tapınak ile giriş arası biraz mesafe varmış, buraya ulaşım aracı koymuşlar ama biz tren bileti almamıştık yürüyoruz. Aslında yürünmeyecek bir mesafe değil ama sıcakta yürümek istemeyenler değerlendirebilir, biz 10 dk güneşin altında erimeyiz deyip 8 pauntumuzun da cebimizde kalmasının mutluluğuyla yürüyoruz. Bu yolu hiçbir turist yürümüyor olsa gerek ki, treni kullanan Mısırlı tepki gösteriyor sadece 2 paunt neden yürüyorsunuz diye, Biz aldırmıyoruz ve yolumuza devam ediyoruz. Karşıdan tapınak dağın içinde 3 katlı bir yapı olarak gözüküyor ve o devasa yapının tam ortasında bir merdiven var. Merdivenleri aşmak yolda yürümekten daha yorucu geliyor bize, yarıda küçük bir molayla varabiliyoruz en tepeye. Tapınak karşıdan görüldüğü kadar büyük gelmiyor gezilebilecek yerleri kısıtlı ve çok fazla içinde eser kalmamış burada çok zaman harcamadan Krallar vadisinin yolunu tutuyoruz.
Tapınak çıkışı eşim
yeğenine, Mısır kıyafeti almak istiyor, satıcılar kiminle dans ettiklerinden
habersiz tabii ki de, ilk teklif edilen fiyatın 4 te bir fiyatına alıyor hatta
yanında 1 magnet hediye bile kapıyor. Krallar vadisi tapınağa çok yakın bir
mesafede tapınak çıkışı geçtiğimiz yol üzerinde birçok dükkân var hepsi kapalı,
sanırım buranın sezonu kapanmış. Krallar Vadisi girişinde yine askerler
nöbette, bize gıcıklık yapıp arabamızı girişte bırakmamızı söylüyorlar, oysa
içeriye girmiş birçok araç gözüküyor. Bizden hoşlanmadılar sanırım, bizim de
onlardan hoşlandığımız söylenemez. Ayfer ve Ata Erk, arabada bizi
bekleyecekler, sıcakta gelmek istemiyorlar. Krallar vadisi, Piramit sonrası
yaşamış krallar kraliçelerin gömüldüğü vadi, Piramitler birçok soyguna maruz
kaldığından bir dönem sonra piramit yapımından vazgeçilmiş ve krallar bu vadiye
gömülmüş ama buna rağmen hırsızlara engel olunamamış. Sadece Tutankamon’un
mezarı başka bir mezar altında kaldığından soyguncuların gözünden kaçmış. 1922
ye kadar açılmadan korunmuş. Buradan çıkan tüm eserlerde Kahire Müzesinde
sergileniyormuş, o müze o kadar büyük ki biz Tutankamon’un bu eserlerini
göremedik, ya da gördük fark edemedik.
Krallar vadisini tümüyle
gezmek yerine size açık olan mezarlardan 3 tanesini seçme hakkı tanıyorlar 65
kadar mezar olmasına rağmen, sadece bunların yarısından azı ziyarete açık. Biz
bilet görevlisinin bizim için seçtiği 3 mezar için kişi başı 80 er paunt
bayılıyoruz. Yağmur’a da öğrenci deyip yarı parası verelim diyoruz bu kez
görevli uluslar arası olmadığı için, öğrenci kimlik kartını kabul etmiyor,
başka yerlerde kabul ettiler desek de nafile, kabul etmesi için rüşvet istiyor,
rüşvete de pazarlık yapıp 15 pauntta anlaşıyoruz. Birde başka bir gişeden,
Tutankamon ve 2. Ramses in mezarlarını görmek için extra 150 ve 100 paunt
vermeniz gerekiyor. Biz 150 olduğuna göre vardır bir kalite deyip Tutankamon’u
seçiyoruz. Diğer gişede ki amca da, öğrenci kimliğini kabul etmiyor, hemen ilk
gişede ki amca koşup anlaştığımız rüşvetin miktarından haberdar ediyor bu
gişeye de, buraya da aynı miktar ödendikten sonra, birde Tren bileti
alıyorsunuz. Japon hükümeti akülü mini trenler hediye etmiş, kendi vatandaşları
sıcaktan bunalmasın diye sanırım. Zaten çoğu turist çekik gözlü, Ama Mısırlılar
Japonlarında gözünün yaşına bakmıyor alıyor parasını, tren biletleri ucuz
şanstan ve hemen dolup kalkıyor. Mesafe kısa zaten 2 dakikada varıyorsunuz.
Trenden inince karşınızda sıra sıra mezarların bulunduğu vadi gözüküyor. Bizim
seçtiğimiz mezarlar yan yanaymış, Gişedeki görevli çabucak defolup gitsinler
diye sanırım, bizim için yan yana mezarları seçmiş, ta yukarılarda uzak
mesafede mezarlarda mevcut ama o sıcakta, insan girelim önümüze gelene de kurtulalım
bu cehennemden diye düşünmeden edemiyor.
Listemizde olan ilk
mezara daldığımızda dar bir delikten 100 – 150 mt aşağıya doğru
ilerliyoruz, giderek genişleyen bu delik de, duvar resimlerine rastlıyoruz.
Duaları duvar resimleriyle anlatmak zor olsa da, çözmeye çalışmak çok
eğlenceli, birçok tanrısı olan Mısırlıların bildiğimizin aksine, en ünlü
tanrısı Ra değil Amon, Ama benim favorim ise Tanrıdan çok çizgi film
karakterine benzediği için mi ne, şahin başlı Horus. Mezara varmak
üzereyken kıyafetinden anlaşılması mümkün olmasa da bir görevli biletimizi alıp
delikli zımbayla bir delik açıyor. 3 deliğinizin olması demek biletiniz
tükenmiş demek oluyor. İlk mezarımız epey görkemli fakat içi biraz zarar görmüş
boşaltılmış ama yinede geçmişi anlamak için iyi bir başlangıç yapıyoruz. 2.
Mezarımızda görevliyi öğle yemeğinde yakalıyoruz. Çok ilkel şartlarda çalışan
bu kişileri anlatmak zor. Bizi giriş parasıyla soyan Mısır hükümeti nin
personeline bu paradan koklatmadığı apaçık ortada. Çoğu kişiyi Hanutçu sanıp
bileti verelim mi vermeyelim mi tereddüde düşüyoruz. Çünkü birçok yerde
biletimizi kapan bu kişiler, rehberlik yapmak gerekçecisiyle paramızı alma
hayalini kuruyorlar. Bu mezar biraz daha fazla zarar görmüş ama mantık hemen
hemen aynı. Bu dar uzun tünel bir geniş odada son buluyor ve odasının ortasında
koskocaman bir lahit. Sonra extra para verdiğimiz Tutankamonun mezarına
giriyoruz. Tutankamon çok genç yaşta öldüğünden, kendisine mezar
hazırlanamadığından, başkası için hazırlanan bir mezara gömülmüş, Burası zarar
görmemiş fakat diğer mezarların aksine küçücük. Duvar yazıları da yapıldığı
gibi duruyor, hatta Firafunun Mumyası hala mezar içinde korunmuş. Ama hala
mezar tam olarak gün yüzüne çıkarılamamış, bazı kısımları hala keşfedilmeyi
bekliyormuş. Son mezar ziyaretimizi de tamamlayıp vadiden ayrılıyoruz.
Buranında girişine turistik dükkânlar yerleştirilmiş, sıcaktan o kadar
bunalıyoruz ki buradan soğuk su alalım diyoruz, normalde 3 pauntta aldığımız
suya 10 paunt veriyoruz ama satıcı bozuğu olmadığı yalanını söyleyip bir su
daha satmaya kalkınca hemen dükkanı değiştiriyoruz. Arkamızdan gelin tamam diye
bağırmasına rağmen, bu üçkağıtçılığının faturasını kesip cezalandırıyoruz. Bu
bizi dolandırmaya çalışan kaçıncı Arap oldu artık sayamıyoruz.
Otelimize dönerken Ata
Erk arabada huysuzlanmaya başlıyor, bende ellerime alıp sakinleştirmeye
çalışırken, kafasını hafifçe arabanın tavanına çarpıyorum. Ciddi bir şey yok
ucuz atlatıyoruz. Biz otelde biraz dinlenmeyi seçerken, Mutlu ve Yağmur’u da
zorla bizsiz bir gün geçirmelerini konusunda ikna ediyoruz. Şu ana kadar ciddi
bir uyum problem yaşamasak ta ilerde yaşamamak adına arada ayrılmamız
gerektiğinin farkındayız. Ama onlar bu bilince sahip değil. Sık Muhabbetin tez
Ayrılık getirdiğine daha önce defalarca tanık olduk. Hele yurtdışında böyle
kopmalar çok daha kolay oluyor, Bu kopmanın en azından gecikmesi adına biraz
yalnız takılalım diyoruz. Onlar bizden ayrılmanın sevinciyle, koşa koşa Mc
Donald’s ta alırken soluğu, biz bir güzel uyku çekiyoruz. Ata Erk bizi
sabahları çok erken kaldırınca, yatak ta böylelikle, çok değer kazanıyor. Biz
de bu değeri sonuna kadar kullanıyoruz. Tapınakların, Saat 4 te kapandığını
söylediği için resepsiyonistimiz, saat 3 gibi kalkıyorum, ama oğlum tapınak
gezmek için benim kadar hevesli değil anlaşılan, hala mışıl mışıl uyuyor. Ayfer
uykusunu kesmemek adına sen dolaş gel diyor. Ben tek başıma Luxsor
tapınağına gidiyorum. Girişte görevli, gece de tapınağın açık olduğunu söyleyince burayı sonraya bırakıp doğru Karnak tapınağına doğru yola çıkıyorum. 2 Tapınak arası mesafenin 2 -3 km olduğunu duyunca yürürüm diyorum, ama faytonlar yine peşimi bırakmıyor ben yürüyeceğimi söyledikçe bana fiyat düşerek teklif getiriyorlar. Sabah küçük faytoncu 5 pauntta beni gezdirebileceğini söylemişti, bende bana yapılan teklifin 5’e düşmesini bekliyorum ama 10 a gelip takılı kalıyor. Ben 5 teklif ettiğimde ise yanaşmıyorlar, bende yoluma devam ediyorum, Araplar benim yürüyeceğimden emin olunca faytonla yanıma yaklaşıp tamam 5’e olur deyip beni faytona alıyorlar. Makinemi alıp resim çekeyim diyorum. O da ne şarjım bitmiş, hemen Mutlulara msj atıyorum, onların Karnakta olduğundan eminim ilk Luksor tapınağını gezeceklerini tahmin ediyorum çünkü Msj gidiyor ama bu kez telefonumun şarjıda bitiyor. Telefonumu tekrar açtığımda haklı olduğum ortaya çıkıyor, Mutlu yolda olduklarını karnağa geldiklerini yazmış. Fayton yolculuğum 10 Dk. ancak sürüyor ama faytoncum atın yemi
için bahşiş istiyor. Araplara bahşişin tanımı yanlış yapılmış sanırım. Bahşişi gönüllü verilen değil, zorla alınan bir para olarak öğrenmişler. Tabii ki benden bahşiş alma ihtimalinin olmadığını anlaması çok zaman almıyor. Faytondan inip, 5 dk tapınak kapısında bekledikten sonra Mutlular geliyor, onların eli bol aynı yola 30 Paunt ödemişler, tek farkı gidiş dönüş fiyat olması. Karnak, her başa gecen firavun eklemeler yaptığı için yapımı tam 2000 yıl sürmüş ve bu sebepten yapımı yarım kalmış bir tapınak. Tapınak Giza piramitlerinden sonra ülkenin en çok turist çeken mekânı, millet boşuna gelmiyor, görkemiyle insanı büyülüyor ancak sıcakta gezmek çok kolay değil, bir süre sonra sıcaktan sıkılıp kendimizi dışarı atmak istiyoruz. Siz Siz olun Mısır’a gelmek için mevsimi iyi ayarlayın. Biz bebeğin en azından 2 ayını doldurmasını beklediğimiz için bu mevsimde geldik. Ama en az 1 ay önceden bu tatili gerçekleştirmeliymişiz. Güneye indikçe bunu daha çok anlıyorsunuz.
tapınağına gidiyorum. Girişte görevli, gece de tapınağın açık olduğunu söyleyince burayı sonraya bırakıp doğru Karnak tapınağına doğru yola çıkıyorum. 2 Tapınak arası mesafenin 2 -3 km olduğunu duyunca yürürüm diyorum, ama faytonlar yine peşimi bırakmıyor ben yürüyeceğimi söyledikçe bana fiyat düşerek teklif getiriyorlar. Sabah küçük faytoncu 5 pauntta beni gezdirebileceğini söylemişti, bende bana yapılan teklifin 5’e düşmesini bekliyorum ama 10 a gelip takılı kalıyor. Ben 5 teklif ettiğimde ise yanaşmıyorlar, bende yoluma devam ediyorum, Araplar benim yürüyeceğimden emin olunca faytonla yanıma yaklaşıp tamam 5’e olur deyip beni faytona alıyorlar. Makinemi alıp resim çekeyim diyorum. O da ne şarjım bitmiş, hemen Mutlulara msj atıyorum, onların Karnakta olduğundan eminim ilk Luksor tapınağını gezeceklerini tahmin ediyorum çünkü Msj gidiyor ama bu kez telefonumun şarjıda bitiyor. Telefonumu tekrar açtığımda haklı olduğum ortaya çıkıyor, Mutlu yolda olduklarını karnağa geldiklerini yazmış. Fayton yolculuğum 10 Dk. ancak sürüyor ama faytoncum atın yemi
için bahşiş istiyor. Araplara bahşişin tanımı yanlış yapılmış sanırım. Bahşişi gönüllü verilen değil, zorla alınan bir para olarak öğrenmişler. Tabii ki benden bahşiş alma ihtimalinin olmadığını anlaması çok zaman almıyor. Faytondan inip, 5 dk tapınak kapısında bekledikten sonra Mutlular geliyor, onların eli bol aynı yola 30 Paunt ödemişler, tek farkı gidiş dönüş fiyat olması. Karnak, her başa gecen firavun eklemeler yaptığı için yapımı tam 2000 yıl sürmüş ve bu sebepten yapımı yarım kalmış bir tapınak. Tapınak Giza piramitlerinden sonra ülkenin en çok turist çeken mekânı, millet boşuna gelmiyor, görkemiyle insanı büyülüyor ancak sıcakta gezmek çok kolay değil, bir süre sonra sıcaktan sıkılıp kendimizi dışarı atmak istiyoruz. Siz Siz olun Mısır’a gelmek için mevsimi iyi ayarlayın. Biz bebeğin en azından 2 ayını doldurmasını beklediğimiz için bu mevsimde geldik. Ama en az 1 ay önceden bu tatili gerçekleştirmeliymişiz. Güneye indikçe bunu daha çok anlıyorsunuz.
Burası yarım gününüzü
rahatlıkla geçirebileceğiniz bir mekân olmasına rağmen biz, 1 saate yakın
burada zaman harcadıktan sonra merkeze geri dönüyoruz. Dönüşümü beleşe
getiriyorum, Mutluların faytonuna atlıyorum. Faytoncu tüm yol boyunca nasıl ve
ne kadar fazla para alabilirim onun peşinde, gelirken 10 dk sürmeyen yol,
dönüşte 2 kat daha fazla sürüyor. Faytoncumuz bizi extra bir yerlere daha
götürebilmek için ve extra para alabilmek için, biraz uzun yoldan götürüyor
sanırım. Ama ben bu adamla polemik yaşamak istemediğimden Merkeze gelir gelmez
atlıyorum faytondan, Mutlu ise faytoncuya eziyet edip, otele kadar gidiyor,
verdiği fazla paranın acısını çıkartıyor sanırım. Ama ben atlayıp marketten su
alıp öyle gidiyorum otele.
Bizimkileri ikna edip
sokağa çıkarmak zaman alıyor, Ata Erk hala uykusundan uyanmış değil, güneş
çoktan batmış, Luksor tapınağını gündüz gözüyle göremeyeceğiz maalesef, Ama
aydınlatma gözle görmek için gayet başarılı, fakat benim fotoğraf makinesi için
yeterli değil. Karnak tapınağı kadar görkemli ve büyük olmasa da ondan çok
kalır yanı yok. Nil’in hemen yanı başında olan bu tapınak ile Karnak tapınağı
eskiden bir yol ile birbirine bağlıymış, Mimari olarak ta birbirinin
benzeriler. Tapınak M.Ö 14. Yüzyılda eski Mısırın en büyük tanrısı Amon-Ra
adına yapılmış tek tapınak. Tanıdık isimler, 2.Ramses, Tutankamon tarafından
eklemeler yapılmış, bu eklemelere Roma döneminde Büyük İskender bile dahil
olmuş, Araplar da bakmış, ekleyen ekleyene, Onlar da 13. Yüzyılda Camii
eklemekte sakınca görmemişler.
Tapınağın
sütunlarının önünde resim çekme çabalarımız esnasında Mısırlı bir bayan
yaklaşıyor. Resmimizi başarıyla çektikten sonra, bizi tapınağı gezdirmek isteyen
bir rehber olduğunu öğreniyoruz. Kokartlı bir rehber yakalamışken kadını soru
yağmuruna tutuyoruz. Girişte ki dikilitaşı soruyorum ilk, 2 tane olması
gerekirken biri yerinde yok, Sultanahmet’teki dikili taşın buradan geldiğini
bildiğimden, bizdeki taş mı, burada eksik olan diye soruyorum, maalesef
buradakinin eşi Pariste’ymiş, bizdeki taş Karnak tapınağından götürülmüş,
Romalılar Mısır’ın tüm dikili taşlarını bir yerlere dağıtmışlar anlaşılan.
Romalılar, 30mt yüksekliği, 200 ton ağırlığı olan, bu taşı 1600 yıl önce, nasıl
getirmişler gemilerle ülkemize anlamak zor. Koskoca Osmanlı, 300 yıl elinde
tuttuğu bu topraklardan, neden bu eserlerden, Taşımamış, kendime sormadan da
edemiyorum. Rehber ile Mısır hakkında epey muhabbet ettikten sonra ayrılıyoruz.
Ben bir yandan Ata Erk için korkuyorum, acaba arabada kafasını çarpmasının bir
etkisi mi, çocuk bir türlü uyanmak bilmiyor, uyanması için ayağını çimdirmeme
rağmen bana mısın demiyor. Bu alışageldik bir durum değil endişem giderek artsa
da, bunu Ayfer’e çaktırıp, olayın heyecanını çok ta artırmak istemiyorum. Aslanlı
yolda, 2 kare fotoğraf çekmiştik ki, birden elektrikler kesiliyor. Bir süre
bekliyoruz, Tapınak kapanana kadar burada kalmayı arzuluyorduk ama elektrikler
gelmeyince 1 saat erken ayrılmak zorunda kalıyoruz. Tam kapıdan çıkmıştık ki,
Yağmur-Mutlu Çifti bizi bekliyor kapıda. Aslında onları azat etmiştik, biraz
baş başa takılmaları için fırsat tanımıştık ama bizden ayrılmıyorlar, Bu
buluşmadan oluşan kalabalığı beklercesine, konuşmamıza fırsat vermiyor seyyar
satıcılar, hemen başımıza toplanıyorlar. Mutlu’nun Kahire’den beri papirüs
almak istediğini anlamış olacaklar ellerindeki papirüsleri bize gösteriyorlar,
100 pauntun üzerinde fiyat çekmişlerdi, Kahire’de bir dükkânda, seyyar satıcı
küçük bir pazarlık ile 10 paunta kadar iniyor. İlk alıyoruz birinden hatta
sonra gelen başkası daha ucuza razı olunca ondanda bir tane satın alıyoruz.
Papirüs ihtiyacımızı da karşıladıktan sonra Luksor da biraz dolaşalım diyoruz.
Halk parklara atmış kendini, Tapınağın hemen önündeki park akşam serinliğini
hissetmek için gelen Mısırlı dolu. Biz bu halka karışamıyoruz olacak ki, Faytoncular
hemen bizi aradan seçip, potansiyel müşteri olarak görüyorlar. Yürüyor olmamız
çok gariplerine gidiyor ’Mısırlı gibi neden, yürüyorsunuz’’ diyor bir
faytoncu çocuk, Biz aldırmayıp devam etmeye çalışıyoruz ama peşimizi bırakma
niyetinde değil, en son eline 1 Mısır paunttu veriyoruz ve, gönderiyoruz.
Tekrar geri geldiğinde verdiğim pauntu geri almak ile tehdit ettiğimde ancak
gözden kayboluyor. Biz de Faytonculardan kurtulmanın verdiği mutlulukla yiyecek
bir şeyler bakıyoruz. Sabah kahvaltısıylayız,
dolaşırken rastgele dünkü otelde bize tarif edilen kebapçıyı buluyoruz, tam tren garının karşısında köşede, girişte sanki sadece paket servisi yapan bir yer imajı verse de, içeriye sote bir yere masalar atmışlar, mekân olarak ta, fiyat olarak ta, lezzet olarak ta harika bir yer. Güzelce karnımızı doyurup, odamıza çekiliyoruz.
dolaşırken rastgele dünkü otelde bize tarif edilen kebapçıyı buluyoruz, tam tren garının karşısında köşede, girişte sanki sadece paket servisi yapan bir yer imajı verse de, içeriye sote bir yere masalar atmışlar, mekân olarak ta, fiyat olarak ta, lezzet olarak ta harika bir yer. Güzelce karnımızı doyurup, odamıza çekiliyoruz.
7.GÜN 22.05.2015
Luksor – Hurgada : Sabah yine erkenden
ayaktayız,sabah kahvaltısı için recepsiyonda beklerken bir farenin bizi
izlediğine tanık oluyoruz, o bile şaşırmış anlaşılan, bu kadar erken saatte
birilerinin kalkmış olmasına, bir süre bekliyoruz ama bize kahvaltı vermek için
bir hazırlık olmayınca, arabamıza atlayıp yola koyuluyoruz. 4 saatlik bir
yolumuz var. Yollar gayet düzgün ve trafik yoğun değil. Luksor çıkışı etraftan
yeşillik birden kayboluyor. Sapsarı toprağın arasında tepeler ve ara ara dağlar
görüyoruz. Yollarda kayda değer görülecek bir manzara yokmuş derken, polis
tarafından durduruluyoruz. Hız sınırını aştığımız söyleniyor. Ne polis arabası gördük
ne radar levhası nede Selektör yapıp bizi uyaran Mısırlı, Fas’ta böylemiydi, en
az 3 -4 kez ceza yemekten diğer Faslıların selektör yapmalarıyla yırtmıştık.
Bizim ile aynı kaderi paylaşan birçok Mısırlı var. Burada Radarlar gizli
sanırım, paşa paşa herkes ödeyip cezasını oradan ayrılıyor. Ama herkes peşin
ödüyor, sanırım bizdeki gibi sonra ödemek mümkün değil. Biz para ödememek için,
şansımızı deniyoruz yine, arabada ki herkes yalvarmak için arabadan iniyor.
Bizim bu savunmamız karşısında direnmezler diye düşünürken atmosfer pek bizden
yana değil. Asıl amir bizi tutmaktan yana olmasa da, Diğer bir polis gereği
neyse onu yapalım diyor sanırım. 15 dakika kadar 5 li savunma yapıyoruz sonra
sonuç alamayınca kızları arabaya yolluyoruz. Oğlum dışında erkekler savunmada
kalıyor. Biz bir kenarda beklerken, belki 10 Mısırlı cezasını ödeyip ayrılıyor.
Bizden bir ara rüşvet ister gibi oluyorlar, bir ara bırakır gibi, ama hala
evraklarımız onlarda. Sonra telsiz görüşmelerine takıyorum.’’ Efendim, tamam’’
kelimelerini yakalıyorum. Bizde de bu kelimeler olduğunu söyleyince bize
söyletiyorlar, sonra telsizi Mutlu’ya verip telsizin diğer ucundaki polis ile
konuşmasını söylüyorlar. Önce bu 2 kelime sonra Türkçe bazı kelimeler derken,
olay ’küfür et birde’’ ye kadar dayanıyor. Sıcağın altında bu ıssız yerde
polislerin eğlencesi oluveriyoruz. O gıcık polis bile birden yumuşayıveriyor.
Sonra birlikte fotoğraf dahi çekiliyoruz, yarım saati aşkın bir süre sonunda
evraklarımızı verip bizi gönderiyorlar, Yaklaşık 50 tl den kurtulmak için bunca
çabaya değer mi diyenler olacaktır, fakat polislerin böyle kabuk değiştirmesine,
50 tl verecekler de çıkacaktır.
Hurgada
da diğer şehirlerde olduğu gibi bir rezervasyonumuz yok. Ama sadece Mutlu’nun
Booking den bakıp kafasına koyduğu bir otel var ’Swiss Wellness Spa Resort’’
Adının Janjanlılığına mı, yoksa birazcık lüks görünümüne mi yandı bilinmez, bu
oteli bulmak için seferber oluyoruz. Yolda sorduğumuz herkes, bu otelin
varlığından habersiz. Taksiciler dâhil herkes, yardım etmek için yırtınsa da
nafile, otel sanki yer yarıldı içine girdi. Bir restaurantın internetini
kullanıp, otele ait bilgi arıyoruz ama yok, restauranttan bizim için birkaç
telefon bile ediliyor ama sonuç sıfır. Booking.com da yazılan adresteki cadde
boyu gidiyoruz. Ama başka birçok otel olmasına rağmen bizim otelden iz yok. Biz
de şansımızı başka otelde deneyelim diyoruz. Fiyatlar bizim düşündüğümüzden epey
pahalı. Oteller kapı müşterisine alışık olmasa olacaklar ki, kapıda ki
görevliler bunlar da nereden çıktı der gibi bakıyorlar, Bizde Mutlunun
inatçılığının peşine takılıp oteli bulmaya tekrar yoğunlaşıyoruz. En son
marinanın önünden geçerken, burada ki taksicilerin oteli bilebileceklerini
düşünüyoruz. Çünkü marina bölgesinde olduğunu görüyoruz navigasyonda, Haklı
çıkıyoruz, taksici 20 EGP karşılığı bizi otele bırakıyor. Otel düşündüğümüzün
aksine, denize sıfır olmamasına rağmen, denizi karşıdan görüyor. Oysa plajı
olduğu yazıyordu internette. Mutlu’nun bu kararlılığının meyvesini yiyoruz.
Otel bize lüks sayılabilecek derecede iyi olmasına rağmen, durumuna bakarak,
fiyat olarak ta gayet makul, 2 kişilik gece fiyatı 30 dolar. Odamızda harika,
çok geniş, ayrıca otelin havuzunu ve denizi gören bir manzarası var. Otel
personelini de çok seviyoruz, Rus turistten başka müşterisi olmamış otel
çalışanları, Türk görünce adeta seferber oluyor. Küçük bir yerleşme faslı ve
duş organizazyonu sonrası, karın doyurma derdine düşüyoruz. Mutlu ve Yağmur
ikilisine karşılık tek ben olunca, mecburen soluğu, KFC’de alıyoruz. Bir kova
kızarmış tavuk buduyla ilk tanışmam da bugüne nasip olacakmış. Cahil muamelesi
görmeyi göze alıp kaptığımız gibi kovayı, soluğu odada alıyoruz. İçecek olarak
bira almak ta kolay olmuyor hani, biz ucuz olur diye marketten almak için
uğraşırken öğreniyoruz ki, burada sadece bar, disko, restaurant gibi mekanlarda
alkol satılıyor, büyük süpermarketler dahil alkol satışı yok.
Karnımızı
doyurup, biramızı balkonda yudumlayıp, Tatil moduna geçiyoruz.
Akşam
Hurgada turu yapıyoruz. Otelimiz merkeze çok yakın yürüyerek 10 dk lık
mesafede. Merkez de zaten çok büyük değil, Ana bir caddesi var ve bu cadde
üzerinde bir çok işletme mevcut, Bar&Restaurant, hediyelik eşya satan
dükkanlarıyla, biraz büyük turistik bir kasaba edasında, Tüm levhalar neredeyse
Rusça, ama Rusya’daki ekonomik kriz Hurgada’yı vurmuş durumda, kaldığımız otel
dâhil her yer bomboş, birçok dükkan kapanmış, fiyatlar ise epey düşük, Fiyat
açsından, Hurgada gezmek için, tam zamanı ancak, ben sırf deniz, kum, plaj için
burayı tercih etmem. Dalış için gelmeyecekseniz, kesinlikle ülkemizdeki tüm
tatil yöreleri buradan daha güzel.
1
Saat kadar gece turu yaptıktan sonra, otelimizin havuz başında kahvelerimizi
yudumlayıp, yatağımıza gidiyoruz.
8.GÜN
23.05.2015 Hurgada: Sabah kahvaltısını
otelimizde yaptıktan sonra(diğer dandik otellerimizle hemen hemen aynı menü)
Plaja gidiyoruz. Burada plajlar parsellenmiş, otelimiz bize bilet verip, bir
plaja yolluyor, 15 -20 plaj var sanırım, biri başlayıp diğeri biten, 100
kadar şemsiye şezlongtan oluşan küçük, özel ticari işletmeler. Plaja normal
girişler kişi başı 30 EGP iken, otel bize 15 paunttan satıyor. Yani internette
plajı var demelerinin açıklaması bu.
Plaj
güneşlenmek için iyi olabilir ama yüzmek için çokta güzel değil, Taşların
içinden ayağınızı kesmeden denize ulaşmak biraz zaman alabilir, sabırlı olun,
zaten çok açılmanıza da müsaade etmemişler şamandıralarla çevirmişler. Plajın tek
güzel tarafı, yiyecek ve içeceklerin, ülkemizde gibi kazık olmaması, fiyatlar
gayet ucuz, istediğinizi yiyip içebilirsiniz, fakat alkol satılmıyor, dışarıdan
saklıca getirmenizi öneriyor garsonlar. Havanın çok sıcak olmasına rağmen,
deniz hala ısınmamış, Zaten bizde denizden çok kumsalda zaman geçirip, akşamı
yapıp otelimize geri dönüyoruz. Otel personeli Ata Erk ismini çok benimsediler,
oğluma durmadan kur yapıp duruyorlar. Oğlum da onlara çok yüz veriyor sayılmaz.
Bu
kez tek başıma ben çıkıyorum yemek için, dürüm döner yaptırıp geliyorum, döner
bilindik bir tat, tek farkı dürüm içine kattıkları garnütürleri de, döneri
kestikten sonra beraber karıştırıp pişirip, öyle koyuyorlar. Gayette güzel
oluyor bunu ülkemizde de uygulasalar fena olmayacak hani.
Akşam gurup halinde tekrar Hurgada sokaklarına gidiyoruz. Burada insanlar çok daha anlayışlı, saldırmıyorlar turiste, diğer şehirlerdeki hanutçular burada yok. Ucuz sigara satmaya kalkışan biri dışında herhangi bir satıcı rahatsız etmiyor bizi, tabiî ki taksicileri bunun dışında tutuyorum. Yolda gördükleri her turistti potansiyel müşteri olarak görüyorlar, taksi beklediğinizi düşünüp duruyorlar, korna çalıyorlar, yoldaki her 2 araçtan birisi ticari taxi zaten, yakıt ucuz olduğundan durmadan dönüp duruyorlar.
Közlenmiş
mısır alıyoruz, Mısır’a geldik mısır yiyelim bari diyerekten, Sonra
patavatsızlığım, grup içi tatsızlığa neden oluyor. Bir kadına güzelliğiyle
ilgili şaka yapmamam gerektiğini öğrenmiş olmam gerekirdi ama artık çok geç
Yağmur 5 yaşında çocuk gibi küsüyor, bir süre sessizce yürüyoruz, Otele
geldiğimizde havuz başında çay – kahve keyfimize küsen çocuk katılmıyor.
Mutlu'nun çabaları da sonuç vermeyince Ayfer devreye girip krizi çözüyor.
Bizim
çok gıcık bir aile olduğumuz kanısına varıyorum. Tüm gezilerimizde gezi
arkadaşlarımızla muhakkak bir yerde ipleri koparıyoruz. Bizimle gezmeye gitmek
isteyen arkadaşlara önemle duyurulur. DİKKAT GICIK AİLE
Gece
odamıza vardığımızda Yağmur’un ahını almış olacağız ki Gecenin bir yarısı WC
nin kapısı kilitli kalıyor. Otel görevlilerinin de çabaları sonuçsuz kalınca,
mecburen oda değişikliği yapıyoruz. Yeni odamız küçük ve balkonu ters yöne
baktığından, ilk odamızı boşaltmak yerine 2 odayı birden kullanmaya karar
veriyoruz. Odalar yan yana olduğundan, bir nevi kendi çabamızla mini bir kral
dairesi oluşturuyoruz.
9.GÜN
24.05.2015 Hurgada : Kahvaltı sonrası
tembellik yapıp odalarımızdan çıkmıyor neredeyse akşamı yapıyoruz. Ertesi sabah
son gün olduğundan, durum değerlendirmesi yapıyoruz. Aracımızın deposu dolu
bırakılması gerektiğinden ilk depomuzu doldurup geliyoruz. Sonra aracın temiz
bırakılmaması halinde cezası olduğunu okuyunca, birde aracı yıkatmaya
götürüyoruz. Türk parasıyla 10 tl gibi bir ücrete arabayı komple iç dış
yıkatınca birbirimize bakıp gülüyoruz. Muhtemelen yıkamacı da bize gülmüştür,
kazıkladım enayileri diye, Lastiğimizin de havası epey inmişti, patlakmış onu
da çok daha az bir ücrete yaptırıp otelin yolunu tutuyoruz.
Akşam
kendimize ziyafet verelim, Balık keyfi yapalım diyoruz. Elimizdeki tüm parayla
nasıl ziyafet çekeriz hesabını yapıyoruz. Bir Yunan restaurantında 6 kişilik
balık menü de karar kılıyoruz. Bu restaurant, Hurgada’ya ilk geldiğimiz gün,
bize otelimizi bulmak için çaba gösteren, ama bizi yanlışlıkla da olsa, ters
yöne gönderen restaurant. Oturur oturmaz herkese Uzolar geliyor. Ama likör
bardaklarına koymuşlar yanında ne su var, ne de buz. Rakılar ateş gibi,
Mısırlılar mı bu olayı ters yapıyor, Yunanlılar mı, anlayamadan, buz istiyorum.
Benim dışımda, komşunun rakısını tadan yok. Ben herkesinkini içmeye çalışırken
kafayı bulmaya başlıyorum, sonra istediğim biraya geçip rakıyı masada tek
başına bırakıyorum. Balık menü bizi çok kesmiyor, doyumluk değil tadımlık, bira
ve salatayla karın doyurup restauranttan ayrılıyoruz. Restaurant sonrası
yarınki uçuş ve Kahire bekleme de ihtiyacımız olur diye bir süpermarkete
giriyoruz. Birçok Türk ürüne rastlıyoruz. Bilindik Dardanel Ton, Halk dışında
bilmediğim şimşek gibi markalar da var. Bizde milliyetçilik yapıp Halk’ın
çikolatalarından alıyoruz. Ve otelimizdeki çay –kahve saatimize yetişiyoruz.
Türk kahvesi yapmasını doğru dürüst bilene rastlayamadığımızdan, kendi kahvemi
kendim yapayım diyorum, dalıyorum mutfağa ama yine olmuyor. Bunların kahvesi
bozuk be kardeşim, olmuyor bir türlü.
10.GÜN
25.05.2015 Hurgada – Kahire :Sabah
erkenden yoldayız, akşamdan biraz alkol aldığımdan kahvaltıyı pas geçiyorum,
biz oğlumla havuz başında milletin tıkınmasını bekliyoruz. Havaalanı 15 -20
dakikalık bir mesafede, çok yakın şehir merkezine, Hurgada da, trafikte
olmadığından hemen varıyoruz. Kahire’den teslim aldığımız aracı burada teslim
etmek için bekliyoruz. Havaalanında şirketin ofisi olduğunu düşünüştük
yanılmışız. Bir Mısırlıdan yardım alıp aradığımızda, teslim almaya Hurgada
merkezden geleceklerini öğreniyoruz. 20 dakika kadar görevliyi beklerken, bir
Uzakdoğulu nun da, bizim gibi beklediğini görüyoruz, bir süre sonra adamcağız
bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama anlatamayınca, elini şeyine götürünce herkes
adamın altına yapmak üzere olduğunu anlamasına rağmen, uçuşunun zamanı
gelmediğinden içeri almaları, çok zaman alıyor. Adamcağız son anda tuvalete
yetişmenin mutluluğunu yaşarken biz endişeyle bekliyoruz. Aldığımız araç ile 4
kaza yaptık, 3ü çok önemli olmasa da bagaj da ki hatrı sayılır bir çökük.
Mutlu’yla tüm yalanlar üzerinde anlaşsak ta, görevli gelince Mutlu tutuluyor.
Yalan özürlü olması, hayatta ona neler kazandırır bilemiyorum ama bize burada
çok şeyler kaybettireceği apaçık ortada, görevli depo doluluğuna bakıyor her
şey tamam gibi gözükürken birden bagajdaki yamuğu görüyor, Mutluya soruyor
Mutlu sessiz, Ayfer hemen atlıyor aldığımızda vardı diye görevli emin misiniz
deyince Tabiki demekte sakınca görmüyoruz. Araca verdiğimiz kira bedeli kadar,
başka hava limanında teslim edeceğimiz için para ödedik birde kaza bedeli
ödemek istemiyoruz. Görevli ikna oluyor ve oradan ayrılıyor. Ben uçak kalkana
kadar görevlinin geri geleceği endişesiyle beklesem de çaktırmıyorum.
Kahire’deki
2 – 3 saatlik beklemede, Mısırlı bir kadının, 3 çocuğuyla havaalanının altını
üstüne getirmesinden başka tek kayda değer olay, elimizdeki Mısır pauntlarını
son kuruşuna kadar harcamamız. 3 çocuklu Kadının ’İstanbul’dan Urfa’ya
Otobüsle kaç saatte gidebilirim’’ i cevaplayacak Uçakta tek Türk biziz sanırım.
Bu sorunun cevabı çok zor aslında, Tek kelime İngilizce veya Türkçe bilmeyen
Arap bir kadın, İstanbul’da Terminale nasıl ulaşır, Çocuklar otobüsten hangi
tesiste iner veya hangisinde kaybolur. Muavinin bu çocukları otobüsten atmama
şansı nedir ? Bu sorulara cevap ararken birden İstanbula İniveriyoruz.
Siz
siz olun bizim gibi asla Karayolu ile Mısır’ı gezmeye kalkmayın. Bizim tek
parça döndüğümüze bakmayın, Bu resmen bir intihar şekli. Döndükten sonra 4
kazamızın 2 sini Europcar tespit edebilmiş ve bizim en başta kartımızdan
çektikleri Depozito’yu kartımıza iade etmiyorlar haklı olarak, bu bize epey
pahalıya mal oluyor.
Tren
veya Felucca olarak adlandırılan teknelerle tüm Mısır’ı gezebilirsiniz.
Mısır Tarih’i
sevmeyen, sadece deniz kum plaj için gidilebilecek bir yer kesinlikle değil.
Gitmeden Mısır
hakkında okuyacağınız kitaplar veya izleyeceğiniz belgeseller, gittiğinizde
sizi daha çok etkilenmenize yardımcı olacaktır. Siz benim yaptığım hatayı
yapmayın.
Mevsimi iyi seçin,
Mayıstan önce gitmeye bakın sıcak altında gezmek çok ta hoş olmuyor.
Çok ucuz ülke
olmasına karşın giriş ücretleri hiçte ucuz değil, Alışverişlerinizde iyi
pazarlık yapın
0 yorum:
Yorum Gönder