RSS

Dalyanlı Gezginler

ERMENİSTAN

ERMENİSTAN


Konya ilimizden daha küçük bir yüz ölçüme ve 3 milyon nüfusa sahip komşumuzdur. Dağlık Karabağ yüzünden Azerbeycan ile papaz olmaları sebebiyle bizim de sınırlarımızı kapattığımız, elçiliğimizin dahi bulunmadığı komşu ülkedir. 

Tiflis'den bindiğimiz tren gece yarısı Ermeni sınırına ulaşıyor, trene binerken yapılan pasaport kontrolünde sınırda vize alacağımızı söylediğimiz için kompartıman görevlisi bizi uyandırıyor, Trenden inip hemen önünde durduğumuz binaya giriyoruz. Bir görevli bizi alıp kendi odasına götürüyor. Bir çok kişinin görevlilerin zorluk çıkardığı, rüşvet istediği vs. yorumlarından sonra tırsmıyor da
değiliz ama görevli çok alakalı ve çok sıcak kanlı. Tüm işlemlerimizi 10 dakika içinde hallediyor. Görevli kaç gün kalacağınızı, nerede konaklayacağınız ve ne için geldiğinizi yazıyor forma ve bizden imza istiyor. Online vize de alma şansınız var ama 31 dolar olduğu için biz kapıda almayı tercih etmiştik. Kapıda vize için fotoğrafta istenmiyor ve vize ücretini dolar veya Gürcü parası olarak ta ödeyebileceğim söyleniyor. Biz Lari olarak ödemeyi tercih ediyoruz ayrıca çocuklardan da vize ücreti alınmıyor.
Ayrıca Ata Erk için Tren Bileti de almamız gerekmemişti bizimle seyahat edebileceği söylenmişti. Vizelerimiz başka bir odada hemen basılıp pasaportlarımıza yapıştırılıyor. Ata Erk kucağımızda uyanmadan biz işlemlerimiz halledip trene geri dönüyoruz. Bizimle birlikte vize alan birkaç Çinli daha var
Gürcüler'den vize İstemiyor Ermeniler.
Trene bindikten sonra başka bir görevli gelip tüm trendekilerin pasaportlarına giriş damgası basıp trenden ayrılıyor, bizde uykuya devam ediyoruz.
Erivana sabahın erken saatlerinde varıyoruz. Terminalde neredeyse kimseler yok zaten Tren Garı tadilatta, biz gelmişken dönüş biletlerimizi alalım diyoruz ve 1 saate yakın Gişelerin açılmasını bekliyoruz. Bilet aldığımız bayan da çok ilgili Türk olduğumuzu duyunca alakası daha da artıyor, Türk dizisi hayranıymış ama saydığı dizilerden maalesef biz haberdar değiliz. Biletlerimizin fiyatı dönüşte biraz artıyor Klimalı kompartıman almışız bilmeden, iyi ki de öyle olmuş çünkü dönüş gündüz saatlerine de denk geldiğinden, trende sıcaktan kavrulmak elde değilmiş dönüşte anlıyoruz.
Biletlerimizi de aldıktan sonra hemen tren garının alt katından para bozduruyoruz. Kahvaltılık birkaç poğaça tarzı bir şeyler de aldıktan sonra hemen oradaki Metroya binip merkeze gidiyoruz. Metroda da yardımsever biriyle daha tanışıyoruz Türkiye'de çalışmış bir süre, bizi doğru metroya bindirip, inmemiz gereken durakta indiriyor ve otelimize metrodan inince nasıl gideceğimizi iyice tarif ediyor. Metrodan indikten sonra otelimizin çok uzak olmadığını öğrenince biraz oturup nefes alıyoruz. Zaten bu saatte Hostele alınma şansımızda yok etrafın biraz tadını çıkaralım diyoruz. Bir başkente göre etraf çok sakin geliyor bize, Trafikte resmen araç yok. Sokaklar caddeler çok geniş. Bir süre dinlendikten sonra Erivan Hostel'e varıyoruz. 3 gece konaklayacağımız Hostelimizin methini çok duyduğumuz için seçiyoruz. Günlük 110tl ye tutuyoruz ve gerçekten paranın hakkını veriyor. Çok temiz güzel bir hostel, Özel odalarının da bulunması bizim için tercih sebeplerimizden.
Hostel giriş saatine daha zaman olması dolayısıyla etrafa keşfe çıkıyoruz, mahallede ki bakkalın Azeri olması bizimle Türkçe konuşması bizi çok şaşırtıyor. Azeri bakkaldan birkaç meyve alıp geri dönüyoruz.
Matenadaran
Hostelimize yerleştikten sonra çantaları bırakıp listemizi yerine getirmek adına sokağa atlıyoruz. 
İlk durak Cumhuriyet meydanı, buraya iler ki zamanlarda bol bol uğrayacağımızdan bir sonraki durağımıza geçiyoruz. Matenadaran, el yazmaları müzesi, burada birçok el yazması eserler var. Buranın giriş ücreti 1000 dram. Osmanlı Ermenilerinin de çeşitli Eserlerinin yer aldığı müzede özellikle Osmanlı haritaları ilgimizi çekiyor.
Cafesjian Modern sanatlar müzesi Katlı bir bahçeyi andırsa da dışarıdan. içeride yürüyen merdiveniyle eserleri izleyerek yukarıya kadar çıkabilirsiniz. Sadece bir bölümü ücretli, En yukarısından Ağrı dağının göründüğü söylense de, biz havanın sisli olmasından dolayı bir şey göremedik.
Aşağıda ise değişik heykeller bahçe ve su fiskiyeleri var, Ayfer yukarıyı keşfe çıkarken biz baba oğul aşağıda suyla oynamayı seçiyoruz. Tabi ki Ata Erk suyla oynamanın bokunu çıkarınca Güvenlik görevlisi çocuk için tehlikeli olabileceği uyarısı için geliyor. Güvenlikçi de Türk olduğumuzu duyup, mutluluğu gözlerinden okununca biz de kendimizi iyice salıp,
Türkçe'yi rahat rahat konuşup, Her gördüğümüze Türk olduğumuzu söylemekten çekinmiyoruz ve hiçbir kötü olayla karşılaşmıyoruz aksine çok iyi karşılanıyoruz.
Aşağıda parkta biraz soluklandıktan sonra Erivan'ın tek Camii olan Mavi Cami'ne doğru yola çıkıyoruz. Erivan sokak ve caddelerinin müthiş tasarımı sayesinde yaya olarak gezebileceğiniz bir şehir. Yaya olarak gezince şehre daha çabuk adapte olup halk ile daha çok iletişime geçiyor, sokaklarda ki heykelleri de görebiliyoruz. Hem de Gürcistan'da da bol bol gördüğümüz çeşmelerden kana kana bol bol su içiyoruz.

1765 de yapılmış, tarihi bir cami ve hala aktif olarak kullanılıyor. Bahçesi yemyeşil ve geniş, bahçesinde muhabbet halinde ki cemaat ve korumakla görevlendirilmiş askerlerle iletişime geçemiyoruz. Birkaç resim aldıktan sonra Cumhuriyet meydanına doğru yola çıkıyoruz.
Meydana vardığımızda karanlık olmak üzere, akşamın ilk saatlerinde meydanda her gece ışık ve su gösteriler oluyor ve bu gösterileri
izlemek için buradayız. Meydan da parkta oturan 3 yaşlı amcaların muhabbeti ve dilleri ilgimizi çekiyor. Tanıştığımızda birinin çok iyi Türkçe konuştuğunu öğreniyoruz. Amca dil konusunda epey geliştirmiş kendini 20 kadar dili çok iyi konuştuğunu söylüyor. 
Türkçeyi de bir arkadaşından öğrenmiş. 2 si Lübnanlı biri Suriyeli, olan amcaların ortak dili tabi ki Arapça, 2si Hiristiyan birisinin de Müslüman olan amcalar ile muhabbete doyamıyoruz. Uzun süre burada oldukları için şehir için biraz tavsiye almayı ihmal etmiyoruz. 
Gösterilerin başlaması ve Ata Erk'in de uyanmasıyla amcalardan ayrılıyoruz. Su ve Işık gösteri başlayınca meydan birden kalabalıklaşıyor, her gece aynı saatte 1 saat kadar süren bu gösteriler müzik eşliğinde yapılıyor. Günün yorgunluğuna Ata Erk'in de huysuzluğu eklenince Hostelimize dönüyoruz.

2. Gün : 
Hostelimizde ki yataklarımızdan sabah erkenden kalkıyoruz. ilk gün kahvaltı alamamıştık ama bugün kaçırmıyoruz. Açık büfe
kahvaltı doyurucu. Hostel'de günlük Turlar yapılıyor fakat bizim istediğimiz tur istediğimiz gün değil. Özel tur için de bize verilen fiyat bize çok gelince, Cumhuriyet meydanından bir taksici ile anlaşmıştık.
Kahvaltı sonrası Taksiye atlayıp ilk Ermeni soykırım anıtına gideceğimizi düşünürken anlıyoruz ki, Garni Tapınağı yolundayız. Yol şehrin dışına çıkınca hemen daralıp kötüleşiyor, köstebek yuvası misali delik deşik.
Bir süre yol aldıktan sonra yolumuz garip kıyafetli birileri tarafından durduruluyor, ve yol kenarında ki bir cambazlık gösterisi için bahşiş isteniyor. Bahşişi vermenin rahatlığıyla kamerayı kaptığım gibi çekim yapıyorum, bana çok ilginç gelen bu olay, Taksici için çok sıradan olsa gerek ki, yoluna devam etmek için acele ediyor. Bir süre trafiğin
kilitlenmesini de kullanıp gösterinin tehlikesine şaşırıp olayı izliyoruz. Yolumuz açılınca devam ediyoruz.
Garni Ermenistan'da ki tek pagan tapınağı, hatta tapınak değil de mezar olduğu iddiaları da var. Ne zaman yapıldığı da tartışma konusu haline gelmiş. Tek bir gerçek var oda Sovyetler döneminde restore edilmiş, Erivan dan 30 km ve 45 dakika uzaklıkta.
Tapınakta yarım saatten az bir zaman harcıyoruz sonra ki hedef Geghard Manastırı. Manastır tapınak arası 10 km olmasına karşın, yollar dolayısıyla 20 dakika sürüyor. Manastır girişinde tanıdık ezgiler duyuyoruz tüyler diken diken oluyor. Sarı gelin Türküsünü söylemeye başlıyorum müzik eşliğinde, Çalanlar anlam
veremiyor bizim bu sözlere, Bizi duyanlar bunlar bak Türk deseler de amcalar boş boş bakıp bizden bahşiş koparma derdinde. Sağlam bir bahşiş verip manastıra adım atıyoruz.
Tabi ki Türkü bitince. 
Manastır dışından güzel yapılara sahip olsa da bina içleri gayet sade, biz gezerken kiliselerde ayine denk geliyoruz. Manastır ın üst tarafından yola devam ettiğimizde ise insanların dere kenarında piknik yaptıklarını görüyoruz. Ocakta kahve pişirenlerden bir fincan kahve istemekten kendimizi zor alıkoyuyoruz.
Biraz daha ilerleyince bir mağara önünde insanların taşları üst üste koyup, ağaca bez bağlayıp dilek dilediklerini görünce bizde pas geçmiyoruz.
Bu görevimizi de yerine getirince sırada ki hedefimiz Sevan gölü. Göle gitmek için Erivan'a geri dönüp tekrar devam ediyoruz, ters istikametteler. Öğle saati de olduğundan göl kenarında ki derme çatma restauranların birinde yemek yiyelim diyoruz. Masaları ve sandalyeleriyle bizim köylerin Kahvehanelerini andırsa da fiyatlar hiçte ucuz değil. Sterlet balığını ızgarada yiyin önerilerilerini yerine getirelim diyoruz ama uyduruk 2 balık, 1 salata ve 1
biraya kiraladığımız şöförlü araçtan daha çok para veriyoruz. Ermenistan şartlarında kazıklandığımızın farkındayız ama Müşteri potansiyelinden buraların pahalı olduğunu anlıyoruz. Genelde Turistler var Özellikle İranlılar ve dışarıda yaşayan Ermeniler.
Göl Ermenistan'ın hatta Kafkasların en büyük gölü olduğundan, Ermeniler denizin yokluğunu bu sıcak günlerde Sevan ile kapatmışlar.
Yemek sonrası biraz bizde serinleyelim diyoruz. Sıra sıra işletmelerin plajları şeklinde devam ediyor ve en sonda bir park içinde halk plajı var. Halk, pikniği mangalı plaja taşımış. Mangalda 5-6 kişi yan yana et pişirebiliyor, mangala çok dikkatli bakmışız sanırım abiler rahatsız oluyor.
Ağaçlar altında ise mangaldan gelenleri alkol eşliğinde mideye indiren bir takım var. El yapımı şaraplar var, koca koca damacanalarda,
Ermeni misafirliği görürmüyüz diyoruz ama nafile milletin önünü görecek hali kalmamış. Gölde biraz serinledikten sonra hemen tepedeki kiliselere çıkmaktan vazgeçip dönüş yoluna koyuluyoruz. 2 saate yakın bir süremiz var Erivan için. Yolda şöför LPG almak için duruyor bir benzinlikte, bizdekinden farklı biraz. Araçlar sıra sıra 7
-8 araçlık bir park halinde yakıt alıyor, bunun 15 araclığını da gördük. Bir aracın yakıtı alması 15 dadikadan fazla sürüyor ve tüm araçtakiler aracın başından ayrılmak zorunda. Araça bağlanan pompa da bizdekinden farklı, sanırım İran'da da bu şekilde, Çünkü İran'da Türk araçlarının Lpg alamadığını okumuştum. Birde Ermenistan araç plakaları aynı bizim ki gibi olduğundan (çift rakam+ 2 harf + 3 rakam ) Türkiye'den gelmiş deyip heyecan yapıyorum herdefasında, çoğu araç plakaları 35 veya 34 le başlıyor, biraz bizi taklit mi etmişler ne :) 

Erivan daki bir sonra ki durak, Sergei Paradjanov Müzesi, Gürcistan doğumlu, Ermeni asıllı, ünlü bir Rus yönetmenmiş tabi ki biz buraya gelince duyuyoruz kendisini. 1990 da ölmüş ve sonrasında burası müze haline getirilmiş. Biz tam kapanma saatinde gelmişiz ücretli olmasına rağmen, 15 dakika içinde dolaşırsak bedavaya dolaşabileceğimiz ve üst katta İstanbul ile ilgili resim olduğu da ekleniyor. Biz de söylendiği gibi kısa sürede dolaşıp
çıkıyoruz. Bizim için çok bir şey ifade etmese de, Sinema için büyük bir değermiş ve İstanbul için   ''Bu kentteki kültür karmaşası, kültürlerin üst üste yığılması, bana kolaj tekniğiyle yapılmış bir resmi anımsatıyor. sanki benim filmerim gibi!... İstanbul sokaklarında coca-cola'dan, Fransız filmlerinden geçilmiyor. oysa istanbul bir Türk kenti, ama sokakları Paris sokaklarından farksız. hepimiz kendi
kültürümüzü yitirme tehlikesiyle karşı karşıyayız.'' demiş büyük yönetmen...
Müze sonrası Sözde Soykırım Anıtı'na gidiyoruz. Sabah erken saatlerde gitmeyi umuyorduk ama şöförle anlaşamama sonucu akşam üstüye kaldı. Anıt her daim açık fakat müzesi tabi ki kapanmış. Sabah erken saatte de gelsek kapalıymış, açılış ve kapanış saati pek bize uygun değilmiş zaten, ertesi gün gelme hayalimizde kalmıyor,
pazartesileri kapalı tüm müzeler gibi, Ayfer'in çok gezme niyeti yok, bense karşı tarafın görüşünü de bilmek açısından görme taraftarıyım. Iğdır'da ki bizim soykırım anıtı ve müzesini gezmiştik ama Ermeni müzesini gezemiyoruz. Soykırım adı gibi anıtı da çok soğuk, Hakim ama ıssız, çok rüzgar alan  bir tepeye kurulmuş ama içinde ki ateş rüzgara rağmen hiç sönmüyor. Birkaç turistten başka kimseler yok, saatin geç müzenin kapalı olması dolayısıyla sanırım, saat 4 ten önce müze kapanmadan gelmek lazımmış. Biz birkaç resim çekip buradan ayrılıyoruz. Yol güzergahımızda Ararat Konyak fabrikası ve Müzesi var gezmeye değer bir yer fakat biz zamanımızı epey açtık, Ararat bizim Ağrı dağı
ama Ermenistan için karşıdan gördükleri bir dağ olmaktan çok daha fazla şey ifade ediyor, her yerde resmi maketi biblosunu görüyorsunuz. İsmi her şeye verilmiş, Ünlü alkol markalarının bile ismini almış, çok kaliteli olduğu söylense de deneme şansımız olmuyor epey pahalı çünkü, 15 tl lik Vodka daha cazip geliyor. 

Aracımız bizi sabah aldığı yere hostelimize bırakıyor, biz eşyalarımızı bırakıp tekrar sokağa atıyoruz kendimizi, hemen hostelimizin arka sokağı diyebileceğimiz uzaklıkta ki Vernisaj: Yerevan'ın bit pazarını gezmek
istiyoruz. Ertesi gün Ermenistan'da ki son günümüz ve biraz hediyelik bir şeyler alalım diyoruz. Pazarın ana teması Ararat ve Ermenilerin diğer ikonu Nar. Neredeyse tüm resim ve hediyelikler de Nar başrolde. Biz de Nar kolyeleri ve magnetler alıyoruz ama sonra bir daha bulamıyoruz pazarda aldıklarımızı, sanırım bir yerlerde düşürdük. Hava kararmaya başlayınca pazarda toplanmaya başlıyor, sabahın erken saatlerinde açılan pazar, havanın karamasıyla kapanıyor. Biz de Erivan'ın meydanlarını geziyoruz. Erivan'ı tasarlayan mimar Alexander Tamanian, kenti Cumhuriyet
meydanını saracak bir daire şeklinde tasarlamış. Tam ortaya bu kocaman meydanı koysa da, şehrin bir çok yerine başka meydanlar da serpiştirmiş. Yaya olarak gezmeye doyamıyoruz bu şehri. Bir süre sonra elimize tutuşturulmuş restaurant tavsiyelerini aramaya koyuluyoruz ama Taverna tarzı bir restaurant bulamıyoruz, Canlı müzik hayalimiz suya düşünce ucuz bir yerde karnımızı doyurup hostelimize
çekiliyoruz. Hostele gelen bir Fransız ile Türkçe muhabbet ediyoruz, Türkiye'de okumuş gayet iyi konuşuyor dilimizi, sonra bir Çinli ile Türkiye muhabbeti ettikten sonra odamıza çekiliyoruz.

3.GÜN:
Sabah erkenden kalkıp, kahvaltı faslı sonrası kahve faslını da pas geçmeyip sonrası sokağa atlıyoruz. Bu kez halkın dolaştığı parklarda buluyoruz kendimizi. Türk kahvesi bulunca tutamayıp oturuveriyoruz. Ülke ucuzdu ama buralar daha da ucuz. Birçok ülke de bulamadığımız Kahve maden suyu  favori ikilisini tatmadan kalkmıyoruz. Sabahın sersemliğini atınca üzerimizden Aziz Krikor Lusavoriç Katedrali'ne doğru yola koyuluyoruz. Katetral
2001 yılında tamamlanmış ama devasa boyutuyla gidip görmeye değer. Yapımından sonra bir çok Ermeni'nin klasik tarzı yansıtmadığı için eleştirilere sebeb olmuş ama bizden geçer not alıyor. Fakat biz bilmeden arka kapısından giriş yapıyoruz iyi ki de öyle yapmışız bu üsteki resmi çekme şansı yakalıyoruz.
Katetralin içi daha sade fakat çok büyük. Dışından ise çok daha görkemli görünüyor.
Katetral bahçesi ve merdivenlerinde resim çekilip dilencileri atlattıktan sonra cebimizdeki paraları Gürcü parasına çeviriyoruz buradan Tren ile Batum yapıp oradan otobüs ile Yurda döneceğiz. Tabi ki paramızın bir kısmıyla meyve ve yolluk almayı ihmal etmiyoruz. 
Hostel den çantalarımızı alıp metroyla tren garına gidiyoruz. Trenimiz 15:30 da kalkıyor biz çok önceden gardayız. Ben son kalan Dram larımı Alkole dönüştürme çabasına girişiyorum, 2 şişe Vodka almıştım 1 tane daha alıyorum. ucuz olunca ve gelirken kontrol edilmeyince insan tüm çantaları doldurmak istiyor insan. 
Gelirken bizi saatlerce bekleten tren bu kez saatinde geliyor. Elimizde ki biletten bir şey anlamayınca biraz panik oluyoruz ama görevliler imdadımıza yetişiyor. Geldiğimiz sınıfta değiliz bir sınıf atlamışız.
Kompartımanımız yine 4 kişilik ama sadece 1 yatak dolu diğeri boş. Kompartıman bu kez klimalı ve çay kahve servisinin yanında su topkek bisküvi vs koymuşlar sağ olsunlar. Odamızı Rus bir abla ile paylaşıyoruz. Gerçekten çok iyi biri çıkıyor ortak bir dilde buluşmasak ta, Ata Erk'e Rusca sayıları öğretiyor, ve çok ilgileniyor.
Yan komşularımız ise çok gürültülü ve sıkıntılı insanlar durmadan kavga ediyorlar, neyse ki bir süre sonra iniyorlar.
Gelişte hiç bir kontrol ile karşılaşmamıştık. Dönüşte ise Ermenistan'dan çıkarken genç bir memura denk geliyoruz. Bizim pasaportları görünce şaşırıyor, Türk bunlar diyor ''ne olacak mühürle ver'' gibi bir şeyler diyor yanında ki, bize girişte yardımcı olan memur bu. Çıkış damgaları basılıp pasaportlarımızı alıyoruz. Gürcü girişinde ise kadın bir memur gelip alkol sigara benzeri ülkeye soktuğumuz bir şeyler olup olmadığını soruyor, yok diyenlerin kini tamam diyor, bize gelince Ayfer var bir şişe vodka deyince görmek
istiyor. İşin kötü tarafı 3 şişe var, neden yarı doğru yarı yalan bir şey söylüyor ki, anlamak zor. Ayfer ilk çantayı başlıyor karıştırmaya, dakikalar geçiyor şişe yok,zaten elinde ki çanta boş çanta, bir türlü aranan bulunamayınca memur tamam tamam deyip 1 şişe vodka olduğu tutanağını tutup gidiyor. Bizde koltukların içine çantalarımızı yerleştirip yatarak yolculuğun tadını çıkartıyoruz. Yaz aylarında gündüz yolculuğu klimalı kompartıman olsa da epey zor oluyor. Çünkü tren duraklarda durduğu zaman klimalar çalışmıyor ve birden hamam gibi oluveriyor. 
Gece ilerledik çe sıcak sorunu da ortadan kalkıyor ve uykuya dalıyoruz, sabah gözlerimizi açtığımızda ise çoktan Batum'a gelivermişiz.


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

0 yorum:

Yorum Gönder